Öncelikli olarak hikâyenin ilk bölümünde yazdığım karakterin iç dünyasını okuyucular ile paylaşıp daha sonra insanları çelişkiye düşürmemek adına tasvirlere biraz fazla yer verdim, karakterin iç dünyası anlaşıldıktan sonra hikâye karamsar bir hava içinde ilerlemeyecek.Son olarak bu, üvey kardeş hikâyesi değildir. Tanışmaları, bu şekilde gerçekleşmiş olsa da ilerleyen zamanlarda böyle devam etmeyecektir. Klişe vb yorumlar yapmanız için, ilk bölüm fazlasıyla erken. Hepinize iyi okumalar diliyorum.
-
Penceremizin geniş ve soğuk mermerine oturmuş, açık camdan içeriye doğru yol alıp tenimin karıncalanmasına sebep olan rüzgârın, melodik uğultusunu dinliyordum. Rüzgârın tenime teması sayesinde tenim, diken gibi olmuştu, bu kesinlikle rüzgârın soğukluğundan değildi. Ben dışında kimse bilmiyordu ki içimde yangın misali büyüyen ve gün geçtikçe şiddetlenen acıları fırtınalar dâhil söndüremezdi.
Gözlerimi beyaz renginin, griyle karıştığı mermerden ayırıp sonsuz gökyüzüne çevirdim. Gökyüzünün siyah kanatları, geceyi aydınlatan her bir yıldızı sarmış, kendi benliğinin içine esir olarak almıştı. Ay bile bu karanlık geceyi aydınlatamıyor, siyah kanatların gölgesi altında kalıyordu. Gece de tıpkı benim ruhum kadar karanlık ve sonsuzdu. Benim ruhumu karartan siyah kanatlar değildi, benim ruhumun kararmasına sebep olan; Annemdi.
Delfin Alpkan,
Kendisi on sekiz ruhu elli sekiz olan kızım. Her zaman böyle değildim, babamın aramızda olduğu zamanlar ruhumun her bir santimi gökkuşağı misali rengârenkti. Babam, hayata karşı olan mücadelesini üç yıl önce kaybetmiş, sonsuz bir uykuya dalmıştı. İlk başta midesinde meydana gelen kanser adı verilen illet zaman içinde diğer organlarına sıçramış, oradan da kanına karışıp babamı içten içe öldürmüştü.
O her zaman ailesine karşı güçlü adam profilini göstermişti. Nefes aldığı her saniye hissettiği o acıya rağmen bir kez olsun bize acısını belli etmemiş, her nasıl olduğunu soruşumuzda "Ben iyiyim, beni düşünmeyin." diye cevap vermişti. O varken ailemiz birlikteydi, mutluyduk. Etrafa sahte gülücükler değil gerçek kahkahalar saçıyorduk.
Ben babamın kızıydım, babamın yansımasıydım. Babam sosyal bir insandı, çok çevresi ve seveni vardı. Benimde öyleydi, zamanında etrafım insanlar ile dolup taşıyordu. Babamın hastalığındaysa o insanlardan hiçbiri bana destek çıkmamış, arayıp sormamışlardı. Babamın hastalığıyla birlikte bende yalnızlığa itilmiştim, iki yıllık sevgilim bile beni yarı yolda bırakmıştı. Farkına vardım ki, ben o kalabalığın içinde ki yalnız insandım. Bir süre sonra yalnızlığımı kabullenmiş, onunla mutlu olmayı öğrenmiştim.
Odamda ki boy aynasına doğru ilerledim, babama olan özlemimi gidermek adına yansımamı izledim. Saçlarım babamın aksine kumral ile siyahın birbirine karıştığı tonlarındaydı, babamın saçlarıysa gecenin siyahına bulanmıştı.
Gözlerimin rengi babamın aynısıydı, buz mavisi bir renge sahiptim. İnsanın gözleri ruhunun aynasıdır, benim gözlerim karanlık bir arafı anımsatıyordu. Cennet veya cehennemde değildim, ben kendi arafımda boğulup gidiyordum.
Minik ve ince bir burnum vardı, küçükken burnumu beğenmesem de büyüdükçe yüzüme en iyi gidecek olan burnun, kendi burnum olduğunu fark etmiş, burnumu sevmeye başlamıştım. Çene kemiklerim, yüzümün en belirgin özelliğiydi. Kesinlikle kötü durmuyordu, yüzüme ayrı bir hava katıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Soğuk Yangın|Devam Edecek
ActionGözlerinde ki soğuk grinin aksine bakışları bir şehri kül edebilecek büyüklükte ki bir yangının her tonunu taşıyordu. Ben ölümüne saniyeler kalmış bir kelebeğin umutsuzluğunu taşıyan kızdım,ölümün kasvetli siyahı tüm kalbimi esir almıştı; ona kadar...