Katran renginin acı tadı dudaklarıma hapsolmuştu. Ciğerlerime inen hava, oradaki acıyı besliyordu. Kemiklerimi hissedebiliyordum, tenime baskı yaptığı yerler acıyordu. Göz kapaklarımı açmaya çalıştığım an dudaklarımın arasına sıkıştırılmış tamponu ısırmam bir oldu. Acı dayanılmaz derecedeydi ve ilk defa bundan zevk almıyordum. Keskin halatlar, bileklerimi sarmıştı. Halatın kan rengine bulandığından oldukça emindim. Soğuk bir zemine yatıyordum, çatıdaki su birikintisi ıslak darbelerle zeminle buluşuyordu. Kirpiklerimin ardından görebildiğim birkaç şey vardı, o da harabe bir depodan ibaretti.
Tuhaftı, ölümümün daima benim elimden geleceğine inanırdım. Kansere yenik düşerek ölmek veya kalp krizi geçireceğim günü beklemek istemiyordum. Ölümüm, benim seçimim olmalıydı. Fakat şu an, özgürlüğü kafese satılmış bir küçük kuştan farkım yoktu. Başkasının elinden gelecek bir ölüm, tüylerimi ürpertiyordu. Zihnim ihtimallerin her birini tartarken kalbimin üzerinde manevi bir baskı hissettim. Devrim'in yakarışlarının acısı hâlâ taze bir şekilde çınlıyordu kulaklarımda. O acıyı benimsemişti ruhum. Bileklerimdeki acı kadar yoğundu son cümleleri. Fakat içimdeki küçük bir kız, ihanete uğradığını düşünüyordu. Beni hiç bırakmayacağını söylemişti. Şimdiyse kendimle baş başa kalmıştım.
Öleceğime dair his git gide güçleniyordu. Korkuyor muydum? Belki. Başka renklerle tanışacak, başka hayatları tadacaktım. Bilinmemezliğe doğru bir yolculuktu bu, hazır olduğumu sanmıyordum. Annemi, o canavarla bırakmak zorunda kalacaktım. Fakat benim için tüm canavarlar ölecekti, babama kavuşacaktım. Hayali kılıcını iki yana sallayarak tüm korkularımı kaçırabilir, zihnimdeki şeytanları susturabilirdi o. Çünkü ben bir türlü başaramamıştım.
Kapının sert bir şekilde açılmasıyla birlikte düşüncelerime siyah bir şerit çektim. Üç adam vardı karşımda. Hepsinin boyları birbirlerine yakındı, benim ise üç katımdı. Kesinlikle filmlerdeki gibi karizmatik değildiler veya ölüm meleklerini anımsatmıyorlardı.Gözlerimi kapatmadım, uyuyormuş numarası yapmak korkaklara yakışır bir işti. Ben, onların aksine kapatılmış dudaklarımdan dökülemeyen nefreti gözlerime aktardım. Dik dik gözlerine baktım hepsinin, ölümle korkutulamayacağımı belli edercesine.
Hiçbir şey söylemediler, bakışlarımı bile önemsemeden kollarıma ve ayaklarıma sarıldılar. Vücudum, zeminden kaldırıldığı andan itibaren eklem yerlerimin ağrısı daha şiddetli bir hâl aldı. Kim bilir kaç saattir hareketsizce yatıyordum. Yapılacak hamle düşünmem gerekiyordu, ayaklarımı tutanın yüzüne vurabilirdim fakat bu, omuzlarımdan ve belimden tutanı engelleyebileceğim anlamına gelmiyordu. Beni bir yere taşıyordular ve bu yere dair içimde kötü hisler vardı.
Deponun açık kapısından dışarıya çıkmıştık henüz akşamdı. Karşımda dikili bir sürü mezar taşları vardı fakat burasının mezarlık olmadığından adım gibi emindim. Boş bir araziydi, kurak topraklar üzerindeydi. Yerlerde sadece otlar yetişmişti, şehir epey uzakta olmalıydı çünkü yıldızlar Devrim'in gülüşü kadar parlaktı. Bedenim sert bir şekilde yere bırakıldığında kafamı vurmamın etkisiyle sersemledim. Toprağın üzerinde olmam bir şey değiştirmiyordu, kırılan bir yerim olduğunu hissedebiliyordum fakat acımı yaşayacak hâlim yoktu. Boynumu oynatamıyordum, zedelenmiş olması olasıydı.
Tek yapabildiğim gökyüzüne bakmaktı.
Uzun zamandır görmediğim kadar çok yıldız bir aradaydı. Birleşip kümeler oluşturmuşlardı. Sonlu bir gecede sonsuz yıldız birikmişti. Parmaklarımı, onları tutabilecekmişim gibi gökyüzüne doğru uzatmak istiyordum. Sonrasında gelen üzüntünün tek derdim olmasını istediğim gibi.
Bedenim tekrar kucaklandığında bulunduğum yerde çırpınmaya başladım. Bir fayda etmedi, tutuşları daha da sıkılaştı. Ruhuma kelepçe takmışlardı sanki, özgürlüğüm bir vuruş ötemdeydi ve ona ulaşamıyordum. Vücudumun ufalandığını hissediyordum, bu işkence biraz daha devam ederse yok olacak gibiydim. Bu his, derin bir çukura atılana kadar sürdü. Bu sefer nazik davranmışlardı fakat ne fark ederdi ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Soğuk Yangın|Devam Edecek
AcciónGözlerinde ki soğuk grinin aksine bakışları bir şehri kül edebilecek büyüklükte ki bir yangının her tonunu taşıyordu. Ben ölümüne saniyeler kalmış bir kelebeğin umutsuzluğunu taşıyan kızdım,ölümün kasvetli siyahı tüm kalbimi esir almıştı; ona kadar...