28-Davetsiz Misafir

892 167 169
                                    

Oy sınırı 120, yorum sınırı 130. İyi okumalar.

Bölümün başında tahminlerinizi alayım. Sizce davetsiz misafir kim?

Violet

Rose'la birlikte salonda oyun oynuyorduk ve etrafımız savaş alanına dönmüştü. Kızım görünüş olarak kopyam olsa da ne yazık ki huy olarak daha çok babasına çekmişti ve dağınıklığını da ondan almıştı.

Asla tek oyuncakla yetinmiyor, aynı anda bütün oyuncaklarının etrafında olmasını istiyordu. James beni bayıltıp Rusya'dan buraya getirirken Rose'un oyuncaklarını da getirmişti ve zaten bir odanın yarısını kaplayan oyuncakları James ve Sirius'un aldıklarıyla birlikte tüm salonu kaplayacak hâle gelmişti.

Tanrı'ya şükür bir cadıydım. Büyüm olmasaydı Rose'un dağınıklığıyla nasıl baş edebileğim konusunda en ufak bir fikrim yoktu.

"Anne gegi!"

Rose elindeki peluş geyiği bana uzatarak konuştuğunda, "Evet bebeğim geyik." dedim gülümseyerek. Babasının geyiğe dönüşebildiğini mi hissetmişti bilmiyordum ama geyiklere her zaman özel bir sevgisi vardı. Geceleri peluş geyiğine sarılmadan uyumuyordu bile.

"Bebeğim bak bu da kelebek." dedim Rose'a peluş kelebeği uzatarak. "Biraz da kelebekle oynasana. Annenin Patronus'u da kelebek."

Rose beni umursamadan geyiğiyle oynamaya devam etti. "Anne!" diye bağırdı kısa bir süre sonraysa ve hızlıca emekleyerek salonun diğer ucundaki oyuncak dağına doğru ilerledi. Ben de peşinden gittim.

"Anne payi!"

Peluş siyah köpeği havaya kaldırarak konuştuğunda, "James babadan önce Pati dediğini duyunca kriz geçirecek." dedim gülerek. "Bak bu da Aylak kızım." diye ekledim sonra da peluş kurdu havaya kaldırarak. James o kadar çok peluş oyuncak almıştı ki evde peluş solucan bile vardı. "Aylak. Tekrar et bakayım. Aylak."

"Payi!"

Kızım her zamanki gibi kendi bildiğini okurken bakışlarım sırtını duvara yaslamış, kollarını da göğsünde kavuşturmuş hâlde bizi izleyen James'i buldu. Bizi izlerken gülümsüyordu ve artık kasıtlı olduğuna emin olduğum şekilde üzerinde yine bir gömlek vardı.

"Ben de oynunuza dahil olabilir miyim?"

James'in sorusuyla birlikte, "Gel." diye mırıldandım. Sonra da James, Rose'un yanına oturup onun bana doğru emekleyip kucağıma çıkmasına sebep oldu.

"Başta onu istemediğim için acısını böyle çıkartıyor sanırım." diye mırıldandı James. Yüzündeki gülümseme kaybolmuştu ve gerçekten üzgün görünüyordu.

Üzgün olmakta haklıydı da. Ben de kızım benden korksaydı üzülürdüm.

"En başta onu isteseydin hiç gitmezdik. Rose da senden korkmazdı."

Sözlerimi uzun bir sessizlik takip ettiğinde içimi çekerek, "Bebeğim." diye mırıldandım. "O senin baban. Ondan korkmana gerek yok."

Cümlemin peşi sıra Rose'u James'e doğru uzattığımda Rose can simidine sarılırmış gibi boynuma sarıldı.

"Tamam." dedi James de aynı anda. "Kucağıma almayacağım seni, korkma."

"Üzülmene gerek yok, zamanla sana alışır. Başlarda Andrey'den de korkuyordu ama sonra onu çok sevmişti."

Verdiğim örneğin ne kadar yanlış olduğunu birkaç saniye sonra fark ederken, "Benim kızım o herifi seviyor muydu?" diye sordu James öfkeli bir ses tonuyla. "Benden korkuyor ama onu seviyor muydu?"

"Seni tanıyalı yalnızca birkaç gün oluyor. Andrey'iyse aylardır tanıyordu."

"Eğer bir anda öylece çekip gitmeseydin böyle olmayacaktı."

"Eğer hayatın buna bağlıymış gibi apar topar Evans'ın yani gitmeseydin ben de bir yere gitmezdim. Beni suçlamaya kalkışma Potter. İkimizin de hataları var, bir yere varamayacağız."

James sözlerime karşılık sessiz kaldığında Rose'u yeniden yere bıraktım. O da emekleyerek başka bir oyuncak dağına ilerledikten sonra, "Anne!" diye seslenerek beni yanına çağırdı.

"Rose." dedi James, ben Rose'un yanına gitmek üzereyken kolumu tutarak. "O herifi gerçekten çok mu seviyordu?"

"Hayatı boyunca bir daha Andrey'le karşılaşmayacak ki. Doğal olarak da onu hatırlamayacak. Boş yere dertleniyorsun."

"Bana soyadımla sesleniyorsun ama ona adıyla sesleniyorsun. Ben bana adımla seslenmeni hak etmiyorum da o ediyor mu?"

"Anne!"

Rose bir kez daha bağırarak beni yanına çağırdığında ben de yanına gittim. Sonra da onu kucağıma oturtup saçlarını öptüm.

Yanımıza gelip gelmediğini görmek için bakışlarımı James'e çevirdiğimde oturduğu yerde durmuş yeri izlediğini gördüm. Rose'un bir türlü kendisine yanaşmamasının yanı sıra bir de Andrey'i sevdiğini öğrenmişti ve gerçekten sarsılmış gibi görünüyordu.

Kızım benim yanıma bile yanaşmazken Lily'yi sevseydi ben de bu gerçeği hazmedemezdim.

İçimi çekerek kucağımda Rose'la birlikte James'in yanına gittiğimde şansımı yeniden denemeye karar verdim. "Bebeğim bak bu baba." dedim sonra da Rose'un elini tutup James'in yanağına götürerek. "Ve baba seni çok seviyor. Ondan korkmana gerek yok."

Rose sözlerime karşılık mavi iri gözlerini babasına çevirirken kendi isteğiyle diğer elini de James'in yanağına koydu.

"Baba." dedi sonra da ikimizi de şaşırtarak. "Baba, baba, baba."

Bir kelimeyi ilk kez söylediği zamanlarda yaptığı gibi peş peşe baba demeye başladığında James'in önce yutkunduğunu sonra da gözlerinin yaşardığını gördüm. Gözyaşları yanağından süzüldüğü sıradaysa Rose'un sağ elini dudaklarına götürüp avucunun içini öptü. Bu da Rose'un kıkırdamasına sebep oldu.

Yüzümde bir gülümseme oluşurken Rose'un babasının bacaklarının üzerinde ayakta durmasını sağladım. Sonra da yeniden saçlarını öptüm.

İçinde bulunduğumuz durum üçümüz bir aileymişiz gibi hissettirmişti ve mutluydum.

Çalan kapıyla birlikte kucağımda Rose'la ayağa kalktığımda James de kapıyı tek başıma açamayacakmışım gibi peşimizden geldi.

Delikten gelenin kim olduğunu kontrol ettiğim sırada gördüğüm kişiyle birlikte elim kapı kolunun üzerinde kaldı. Andrey'in adresimi bildiğini biliyordum ama yalnızca mektup göndermekle kalır sanmıştım.

Kapımda elinde bir buket menekşeyle durduğuna bakılırsa da fazlasıyla yanılmıştım.

İSTENMEYEN 【James Potter】Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin