Sunghoon's POVJake'i kontrol etmeye gitmek bir hataydı. Onu orada yalnız bırakmalıydım. Kahretsin biz iyiydik. Ben... ben ona deliler gibi aşıktım. Şimdi ise ruhumun tam ortasındaki sızıyla hiçbir şey olmamış gibi kaleye, savaşmaya dönmüştüm. Arkama bakmıyordum. Tek istediğim içimde yanan şey her neyse onu söndürüp odaklanabilmekti. Eis kalenin etrafında uçup gördüğü herkesi yakıp yıkarken ben de bir yandan erişebildiğim gölgelerime emirler vermeye çalışıyordum. Vaughn ve Oymacı'nın buraya gelişiyle her şey çok daha kolaylaşmıştı. Oymacı bir ölüm tanrısıydı. Azrail denen melek bu topraklarda insanlara hükmederken Oymacı biz büyücülere hükmeder bizim ölüm meleğimiz rolünü oynardı. Tabii... daha vahşi bir şekilde.
Kimse onların büyülerinin işleyişini bilmez, akıl erdiremezdi. Oymacı bizim tahminimize göre Kan üzerinde hakimiyete sahip tek büyücüyken kardeşi Dokumacı ise hayata hükmeder, işleyişini örerdi. Bizim göremediğimiz bir iplikle. Kalenin en tepesine çıktığımızda Onları izleme şansı buldum. Vaughn zifiri karanlık olarak karşısında durmaya cürret eden her cadıyı ve büyücüyü bir kara delik gibi yutuyor, Oymacı ise gerçek vampir formunda bazen belli cadıların vücudundaki her damarı tek bir bakışı ve ya dokunuşuyla patlatırken bazılarını ise boyunlarından ısırarak öldürüyordu. Çoğu insan için dehşet verici bu manzara ise damarlarımdaki kanın daha hızlı akmasına ve kırmızıya dönmüş gökyüzünün huzurunda tüm dünyaya kim olduğumu tekrardan hatırlatmak istememi sağlıyordu.
Yalanlarla kandırılabilecek basit bir büyücü değildim. Ben, Rhysand Park burada nefes alan ve alacak olan her varlıktan daha güçlüydüm. Benim kitabımda aşk ve ya sevgi olmamalıydı. Hata etmiştim. Onu hayatımın merkezine yerleştirip kalbimin ritmini bile onunkiyle aynı hale getirip kendi canımı kendim yakmıştım.
"Bunu sen istedin Rhys. Şimdi savaşmamız lazım. Onu unut."
"Baide senin gözünde nasılsa o da benim için öyleydi. Anlamanı beklemiyorum o yüzden işimize bakalım." Derken karşıma çıkan ilk yaratığın ne olduğuna bakmaksızın kılıcımla gövdesini ikiye ayırdım ve ilk dakikadan itibaren aradığım muhtemel ordu komutanı olan toprak hakimini fark ettim. Kalenin belki en aydınlık noktasında ancak ağaçların içindeydi. Koyu teni ve ordunun kalanına kıyasla daha süslü zırhı ile bir salak gibi benden saklanabileceğini düşünmüştü. Eis ona doğru etraftan dolanarak uçarken ben de etraftaki gölgeleri dinliyor dağın aşağısının durumunu kontrol ediyordum ki artık çok fazlası kalmamıştı. Bizim türümüze karşı çıkmaya cesaret edebilecek iki yüz adam bile çıkmaması komikti. Sayıca az oldukları için bir süre sonra bir araya gelip Vortex Veil'a saldırmışlardı. Zavallılar.
"RHYSAND! KARŞIYA BAK!" Riki'nin sesini duyduğumda ilk düşündüğüm dağın aşağısının temizlenmiş olduğuydu. Ancak sonra gösterdiği yöne baktığımda ise kanımda bir şeylerin kaynadığına ve sahip olduğum tüm soğuk kanlılığın yok olduğuna yemin edebilirdim. Ordu komutanı Adam Navarro, Jake'i kollarının arasına sıkıştırıp kılıcını boynuna yaslamıştı.
Onun bana söylediği yalan her ne kadar affedilemeyecek kadar iğrenç de olsa o hala benim sevgilimdi. En azından ruhum ve kalbim öyle düşünüyordu. Yüzümdeki korku ve acıyı saklayamamış olabilirdim ancak umurumda değildi. Eis'in kanadından nasıl kaydığımı nasıl dehşet içinde koşarak Jake'e gittiğimi hatırlamıyordum.
"Onu bırak." Kınında duran kılıcımı çektim ancak üç metreden fazla yaklaşmadım. Bu sikik yaratığın özelliğiydi çünkü canı istediğinde toprakla beraber kaybolmak. "Basit bir asker işte Rhysand. Neden bu kadar umursuyorsun ki?" Tabii ki Jake'le olan ilişkimi biliyordu.
"Sunghoon bırak ne istiyorsa yapsın. Bunu hak ettim."
"Kes sesini. Ona ben karar veririm."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buenos Aires /Jakehoon
Fanfiction"Onunla, kalenin ve okulun sahibiyle sevişiyor olmam konusunda aynı fikirde olanlarınız varsa karşıma çıkıp düşüncesini belirtebilir. Söz alınmam."