"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır... "
*Mithat Cemal Kuntay*
Silahının dürbününü ayarladı Oğuzhan. Karşıdaki mağaranın girişinde bekleyen iki orospu çocuğundan birinin alnının çatına hedef aldı. Bugün bir takas olacaktı. Suriye sınırında iki grup orospu çocuğu Markus denen bir şerefsiz ile Dilsiz denen bir diğer şerefsizi takas yapacaklardı. Emir bekliyordu Oğuzhan. Albay Tuğran Keskiner, operasyonu karakoldan yönetiyordu ve onun tek bir emri ile hepsini gebertecekti.
Yıllardır bu pisliklerle uğraşıyordu. Dağlar onundu. Vatanından başka aşkı yoktu. Hepsininin kökünü kazıyana dek durmayacaktı. Babasının intikamını alacaktı. Emekli Albay Bekir Boduroğlu gaziydi. Bu şerefsizlerle çatışırken sol kolunu kaybetmişti. Özel Kuvvetlere girdiğinde babasının söylediği bir söz çınladı kulağında. Oğul, niceleri canlarını verirken ben bir kolumu verdim bu vatan için. Keşke canımı da verebilseydim. Canını vermen gerekirse çekinme atla o kurşuna. Önce Allah'a sonra Türk Silahlı Kuvvetleri'nin aslanlarına emanetsin. Babasının dediği gibi vatanı için aslanlar gibi savaşacaktı. Gerekirse kurşunun önüne atlayacaktı. Vurulmuştu, esir düşmüştü, silah arkadaşları gözünün önünde şehit düşmüştü. Her kurşunun büyük bir nefretle sıkıyor, her kurşunda şehitlerimizin adını sayıklıyordu.
"Komutanım ne zaman başlıyoruz?" diye bir ses geldi kulaklığına. Diğerleri de tıpkı onun gibi bu şerefsizlerin canını almak için can atıyordu.
"Beklemede kal Talha. Tuğran Albay'ın emri ile başlayacağız." diye konuştu kulaklığına. Silahına daha çok sarıldı, daha çok kavradı. Artık başlamak istiyordu ama emir gelmeden başlayamazdı. Üstelik daha Markus şerefsizini getirmemişlerdi.
"Komutanım biz buradayız, Melek Hanım yalnız. O şerefsizler bir şey yapmaya kalkarsa?" diye bir soru yöneltti Demiralp. Ateş Timi görevdeydi ve Melek yalnız dışarı çıkarsa bu olabilirdi.
"Lojmanın girişinde ve de evinin kapısında jandarma bekliyor aslanım." diye yanıtladı Demiralp'i.
"Komutanım." dedi Gaye. "Bu Dilsiz dedikleri it gayet de konuşabiliyor."
Oğuzhan dürbününe daha çok yaklaştı. Mağaranın girişine gelmiş olan birkaç terörist ve Dilsiz dedikleri şerefsiz bir şeyler konuşuyordu. "Dilini siktiğim!" diye mırıldandı. Markus ve Dilsizi sağ alacaklardı, gerisini geberteceklerdi.
Bu defa da kulaklıkta "Komutanım?" diyen Talha'nın sesi duyuldu.
Oğuzhan bir süre devam etmesi için bekledi ancak ses gelmeyince sıkıntılı bir nefes verdi. "Efendim Talha."
"Siz değil komutanım." dedi Talha ve ekledi. "Diğer komutanım."
Oğuzhan zaten çatık olan kaşlarını mümkünmüş gibi daha da çatarak "Ne diyorsun amına koyayım!" diye kükrediğinde Talha, panik olmuş bir şekilde "Tuğran komutanıma demiştim, komutanım." diyerek cevapladı.
Tuğran kaşlarını çatarak eğildiği silahının üzerinden hafiften doğruldu. "Ben ne alaka lan?!"
Talha sıkıntılı bir nefes verdi. "Geçen gün bir şey dediniz ya komutanım. Onu başka birisine söylediniz mi?" Tuğran, Talha'ya Gaye hakkında ima yapmıştı ve Talha o günden itibaren diken üstündeydi. Tuğran ile konuşma fırsatı olmamıştı bu konuyu. Birine söylerse biterdi, rezil olurdu.
"Ne konusu?" diye sordu Gaye. Siktirdi. Gaye bir şey sorduğu zaman Talha asla yalan söyleyemezdi ki.
"Hiç..." diye geçiştirmek iste de başarılı olamamıştı. Çünkü diğerleri de bu hiç'e inanmamış ve ardı ardına sorularını sıralamışlardı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
VATAN
General FictionBabam beni yıllar önce kardeşim dediği görev arkadaşına emanet etmişti. Şimdi ise o arkadaşı beni Türk Silahlı Kuvvetleri'nın değerli parçası olan Yüzbaşı Boduroğlu'na emanet ediyordu. Şehit Binbaşı Eymen Başer'in kızı, öğretmen Melek Başer'dim ben...