Kendimi yerden en fazla bir metre yükseklikte olan küflü kitaplığın içine atıp nefes dahi almaya korkarak bekledim. Ne kadar süre o halde olduğumu bilmiyordum. İki saat? Sırtım ve belimdeki ağrılar belki de daha fazla zaman geçtiğini söylüyordu. Tek yapabildiğim iki büklüm olmuş bir halde kapakların arasındaki açıklıktan odayı gözetlemekti. Gece olduğunda kaçmak için bir şansım olabilirdi. Yüzlerini göremediğim iki adam kendi aralarında hararetle konuşarak içeri girdiler. Daha kapı kapanmadan bir kişi daha... Yutkunmak istesem de dolabın tozlu havası boğazıma çamur gibi yapıştığı için başaramadım.
"Belki de birini arıyorlar." dedi kalın bir ses.
"Sınırların içinde mi?" diye sorguladı yanındaki adam şaşkınlıkla.
"Bir kaçak olabilir mi?" Odaya başkaları da girmişti.
Buz kesmiş bir halde nefesimi tuttum. Nefes alma... Nefes alma...
"Bataklığı geçse bile yakalanmadan kaleye yaklaşamaz." dedi ilk sesin sahibi.
O anda bir hata yaptım. Odaya girenlerden birinin yumruğu sığındığım kütüphaneye indiğinde irkilmeme engel olamadım.
"O da ne?"
Keskin sessizliğin ardından dolabın kapakları iki büyük kıllı el tarafından açıldığında işimin bittiğini biliyordum.
Kahretsin!
Aynı el tuzağa düşmüş bir fare gibi kolayca kavradığı bedenimi hiç zorlanmadan odanın ortasına doğru fırlattı. Soğuk zemine yüzü koyun kapaklandım. Çarpmanın etkisi saatlerdir iki büklüm duran bedenime dalga dalga yayıldı.
"Bir Ligefr." dedi beni yakalayan adam gri gözlerimi gördüğünde neredeyse tükürürcesine.
Odanın içerisinde şaşkınlıkla bana dönen yüzleri seçebiliyordum. "Öldür şunu, Hadrin." Konuşan kişi uzun boylu, kirli sakallı ve bir iskelet kadar zayıftı. Hadrin'in arkasından bakan gözleri duyduğu kinle adeta alev almıştı.
Hadrin tereddüt etmedi. Belindeki deri kayışlı kıvrık bıçağa uzandı.
Hayır. Hayır.
Bana nefret dolu gözlerle bakan adamın ayaklarına kapanmaktan zerre kadar utanç duymadım. Gücümün yettiği kadar bileğini kavrayıp yalvarmaya başladım. "Ne olur gitmeme izin verin!"
Gözlerimin iki yanından kayıp giden damlalar bir bir zemine düşmeye başladı.
"Neden önce biraz eğlenmiyoruz?" dedi iskeletimsi yüzden gelen iğrenç bir ses. İçimden yükselen tiksinti harekete geçmem için yetmişti. Bir an bile düşünmeden Hadrin'in ayaklarını bırakıp sesin sahibi olan yüze doğru tükürdüm.
"Yaklaşma bana köpek!" Sesim beklediğimden zayıftı ama etkisi öyle olmadı.
Hadrin karşı koymama izin vermeden değersiz bir çuval gibi kaldırdığı bedenimi karşı duvara fırlattı. Eteğime gizlice sıkıştırmış olduğum cam küre yere düşüp önümdeki adama doğru yuvarlandı. Buraya geliş amacımın benden uzaklaşmasını izlerken dehşete düşmüştüm. Odaya kısa bir süre için ölüm sessizliği çöktü.
"Sadece bir hırsızmış." dedi küçümser bir ses, ayağına kadar yuvarlanan cam küreyi alırken. Gözlerimi küreden zorlukla ayırıp merak ve tehdit dolu siyah gözlerin sahibine baktım. "Dişi bir ligefr'ı bu kadar uzaklara neyin getirdiğini merak ediyorum doğrusu," dedi gözlerini benimkilerden ayırmadan. Onun bu sözleri odadaki diğer sesleri birkaç saniye boyunca susturmaya yetti. Benden bir baş kadar uzundu ve koyu renk dalgalı saçları uzun bir koşudan çıkmışcasına dağınıktı. Gözleri beni hiç acele etmeden saçlarımdan ayak uçlarıma kadar süzdü.
"Dışardaki kargaşanın da sebebi bu olmalı." Hadrin başıyla bataklığın olduğu tarafı işaret etti.
"Ne olursa olsun, cadının yaşamasına izin veremeyiz." Hadrin'e beni öldürmesini söyleyen kişiydi bu.
O çok korktuğu cadının ona yapabileceklerini göstermeyi dileyerek ona döndüm. Yüzünden geçen anlık tedirginlik cesaretimi artırdı.
"Beni bırakmazsanız başınız büyük bir belaya girecek." dedim başımı dikleştirerek.
Söylediğim şeyde bu kadar komik olan ne vardı bilmiyorum ama aniden gülmeye başladı.
"Sen pek de korkak bir ufaklık sayılmazsın, değil mi?" dedi. Çok sakin görünüyordu ama sakinliğinin altında garip bir tehdit vardı.
"Andre," Hadrin beni duygusuz gözlerle süzdü. "Kaçarsa başımıza bela olabilir."
"Bu halde hiçbir yere kaçabileceğini sanmıyorum." dedi Andre kayıtsızca.
Elim istemsizce şimdi boş olan boynuma gitti. Buradan kurtulmak için ihtiyacım olan tek şeye, tılsımımın olduğu yere... Sözlerin haklılığı omuzlarımın gerçeğin yüküyle çökmesine neden oldu. İstesem de artık hiçbir yere gidemezdim. Andre'nin sıkı sıkı tuttuğu küreye bakarken içimi korkunç bir umutsuzluk kapladı. Bu bataklığa düşmeme neden olan şeyi de özgürlüğümle birlikte kaybetmiştim.
"Onu kapana atın."
Harekete geçen silüetin sahibini göremedim. Beni bir patates çuvalı gibi sürükleyerek çıkardı. Odanın içinde yankılanan sesler şimdi bana çok uzaktan geliyordu.
Yorgunluktan, açlıktan, susuzluktan ve kaçmaktan bitap düşmüş bedenim çukurun soğuk zeminine çarptığında bir daha hiç kalkamayacağımı düşündüm. Ağzımdan bir feryat kaçtı. Dünya yavaş yavaş karardı. Garip bir rahatlamayla kendimi karanlığa bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK
Fantasy...Düşmanların dostlara, dostların ise düşmanlara dönüştüğü bir dünyada büyüleyici bir aşkın hikayesi... "Yalan söylüyorsun." "Öyle mi?" Bunu bir meydan okuması olarak görmesini istemiyordum ama yine de yüzümü çevirmedim. "Sana ait olmayan şeyleri...