Kürenin pürüzsüz yüzeyi hala nehrin yanındaki köyü işaret ediyordu. İkisinin arasında ormandaki patikayı takip etmeye başladım. Nehre yaklaştığımızda dinlenmek için kısa bir mola verdik. Andre etrafı kontrol etmek için ayrıldı. Kulübeden ayrıldığımızdan beri ağzını bıçak açmıyordu. Zhmir arada bir ikimize birden kaçamak bakışlar fırlatıyordu. Acayip gergin bir ortam vardı.
Kısa bir molaydı. Tılsım yalnızca benim hissedebildiğim şekilde titredi. Ansızın olduğum yerde durdum. Nerede olduğumuzu bilmiyordum ama onu hissedebiliyordum. Çok yakın. İkisi birden ne olduğunu anlamak için durup bana döndü.
Yeniden harekete geçtiğimde ayaklarımın kontrolünü kaybettim. Patikanın aşağısında beliren köye doğru var gücümle koşuyordum. Tılsım sahibine doğru çekilirken ufak tefek evlerin önünden geçip bir ara sokağa saptım. Yolun sonunda arka ormana bakan küçük beyaz renkli ahşap bir ev belirdi.
Harekete geçmeden önce sendeledim. Kafamın içinde sorular uçuşuyordu. Kaç yıl olmuştu? İki mi?
Ön kapı gürültüyle açıldı.
"Liya gerçekten sen misin?"
Tanıdık sesin sahibine dönerken derma çatma kulübeden bana doğru bir kızın koştuğunu gördüm.
"Peri?"
Şaşkınlıkla ona yöneldim. Boynuma atlarken narin vücudunu kollarımla sardım. Kokusunu içime çekerek ona bütün gücümle sarıldım. Nihayet bırakmaya hazır olduğumda bir adım geri çekilerek onu inceledim. Hatırladığımdan daha uzundu. Gri gözleri solgundu ama tarifsiz bir sevinçle aydınlanmıştı. Sarı saçları zorla toplanmış topuzundan omuzlarına dökülüyordu.
"Burada ne arıyorsun?" dedi şaşkınlıkla.
Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Onu kaybettiğimi sandığım onca zamandan sonra canlı kanlı bir şekilde karşımda duruyordu. Yanaklarını ve yüzünü avucumun arasına aldım.
"Onca zaman boyunca öldüğünü sanıyordum." dedim boğuk sesimle.
Arkasındaki yaşça daha büyük bir kadın elindeki silahı bize doğrultarak yaklaştı. Ne olduğunu anlayamamıştı.
"Sorun yok Aylin. O benim kardeşim." dedi Peri kadına doğru dönerek.
Peri başımın üzerinden arkamızdakilere baktı.
"Benimle birlikteler." dedim kısaca açıklayarak. Peri başını salladı ve beni eve doğru çekti. Andre ve Zhmir sadece bizi takip ettiler.
Ahşap kulübenin içi şöminede yanan odunların etkisi ile ısınmıştı. Aylin arkamızdan kapıyı kapatırken Peri ile birlikte şöminenin yanındaki koltuğa yerleştik.
"Hala burada olduğuna inanamıyorum. Nasıl?" diye sordu bana buğulu gözlerinin ardından.
"Seni arıyordum." dedim. Uzanıp Peri'nin ellerini avuçlarıma aldım. "Nasıl hayatta kaldın?" Derin gri gözleri benimkilere kitlenmişti. Nerden başlayacağını bilemiyor gibiydi.
"Kolay değildi." dedi. Başından geçenleri anlatırken kalın dudakları aşağı doğru sarktı.
Kolları ve bacakları bağlanmış bir şekilde bir atlı arabasının yük kısmında gözlerini açmıştı. Nereye götürüldüğünü bilmiyordu. Tanımadığı bir adam tarafından değersiz bir köle gibi başka bir yabancıya satılmıştı. Onu satın alan adam tılsımın onda olmadığını anladığında kandırıldığı için sinirlenmişti. Bunu anlatırken bir an boynumdaki tılsıma baktı. Hiçbir şey söylemedi ama kendi tılsımı olduğunu biliyordu.
"Sinirini benden çıkardı." dedi sıkıntılı bir anıyla kollarını kendine dolayarak. Tüylerim diken diken oldu. Anlattığından fazlası olduğunu görebiliyordum. Devam etmeden önce biraz durdu. "Bir gün işler daha da çirkinleşti ve öldüğümü sanarak beni kasabanın yanındaki bir çöplüğe bıraktı." İçimde kabaran nefret yüzünden titremeye başlamıştım. Peri farkına varmamış görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK
Fantasía...Düşmanların dostlara, dostların ise düşmanlara dönüştüğü bir dünyada büyüleyici bir aşkın hikayesi... "Yalan söylüyorsun." "Öyle mi?" Bunu bir meydan okuması olarak görmesini istemiyordum ama yine de yüzümü çevirmedim. "Sana ait olmayan şeyleri...