Tanıdık, keskin bir koku yavaşça zihnime süzülürken gözlerimi araladım. Yoğun bir nemle karışık kükürt... Kafamın arkasında keskin bir ağrı vardı. Ellerim ağrıyan yeri yokladı, kafamın arkasındaki bir şişliğe denk geldim. Etrafındaki saçlarımsa öbek öbek birbirine yapılmıştı. Kurumuş kan. Nabzım yükselirken, gözlerimi bir kaç kez kırpıştırdım ama tek gördüğüm zifir karanlık oldu. Lanet olsun!
Hafızam yavaşça geri gelirken Hadrin'in yüzü gözünüm önünde belirdi. Ellerim boş boynumda gezindi. Kahrolasıca! Beni nereye attın böyle?
Ellerimle tutunacak bir şeyler aradım. Kendimi yukarıya çekmek için herhangi bir şey. Toprak kaygan ve nemliydi. Tırmanmaya çalıştım ama yek yaptığım tırnaklarımla duvarı kazımaktı. Panikle avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. Sesim duvarlarda yankı yaptı. Hangi delikteyim ben? Sesim kısılmaya başladığında pes edip çukurun dibine oturdum. Dizlerimi karnımı çekip kollarımı etrafına sardım. Kendini bırakma. Deli gibi korkuyordum, yine de korkuya yenik düşmemeye çalıştım.
Olduğum çukurun başına bir ışık kaynağı yaklaştı. "Kim var orada? Biri bana yardım etsin!" Çıkan ses bana yabancı ve boğuktu. Ses tellerim şişmiş, sesim bağırmaktan kısılmıştı. Ne kadar saat karanlıkta oturduğumu bilmiyorum ama ışık bir güneş gibi olduğum yeri aydınlattı. Mağara deliğinin hemen üstünde bir elinde meşale taşıyan Hadrin duruyordu.
Bana bakan gözlerinde acıma vardı. "Böyle olduğu için gerçekten üzgünüm."
"Hadrin," Sesim boğuk ve zorakiydi. "Neden bunu yapıyorsun?"
"Çünkü mecburum!" dedi dokunaklu bir sesle. "Kızımı geri almam gerek." Sesindeki çaresizlik yüzüne yansıdı.
Kafam karışırken kaşlarımı çattım. "Kızını mı? Onu salgında kaybetmedin mi?"
"Hayır," derken Hadrin başını hafifçe iki yana salladı. "İki sene önce onun hayatına karşılık bir anlaşma yaptım." Çukurun başına eğilirken gözleri donuklaştı. "Peyker beni bulduğunda ölmek üzereydi. Onu iyileştirebileceğini söyledi, karşılığındaysa bana getirdiği kişiden kurtulmamı istedi. Hayata karşı hayat." Ters ters güldü. "Öyle çaresizdim ki sorgulamadan kabul ettim." Gözleri yeniden benimkilerle buluştu. "Getirdikleri kişi ufak bir kız çıktığında yaşadığım şoku tahmin edersin herhalde. Onu öldürmek yerine bir tüccara verdim. Kim olduğunu ya da tılsım sayesinde ölmediğinin anlaşılabileceğini bilmiyordum." Gözleri avucundan sarkan, boynumdan çaldığı tılsıma kaydı. "Aslına bakarsan daha bu sabaha kadar ligefr'ların tılsımlarına hayatlarıyla bağlı olduğunu da bilmiyordum."
"Benden ne istiyorsun Hadrin?"
"Onu geri almamın tek yolu başladığım işi bitirmekti. Her taşın altına baktım ama kızı hiç bir yerde bulamadım. Sonra sen ortaya çıktın." Acımasız bakışları yüzümde dolaştığında istemsizce titredim. "Böylece yeni bir anlaşma yaptım. Tek yapmam gereken doğru zamanı beklemekti. Andre'nin dikkatini dağıtmak için savaşçıları içeri soktum." Gözleri mağaranın arkasına kaydı.
"Hadrin," dedim yeniden yalvarırcasına yumuşak bir sesle. "Her şey için geç olmadan buna bir son ver. Kızını birlikte kurtarabiliriz."
"Artık çok geç. Bu sefer üzerime düşeni yaptığımdan emin olacağım."
Boğazımdaki tatsız histen kurtulmak için yutkundum. "O zaman neden beni hala öldürmedin?"
Arkadan mağaranın taş zemininde yaklaşan ayak sesleri duyuldu. "Çünkü ben öyle istedim." dedi tanıdık bir kadın sesi. Kanım öfkeyle kaynamaya başlamıştı. Peyker'in sivri burunlu kavisli yüzü Hadrin'in gerisinde belirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK
Fantasy...Düşmanların dostlara, dostların ise düşmanlara dönüştüğü bir dünyada büyüleyici bir aşkın hikayesi... "Yalan söylüyorsun." "Öyle mi?" Bunu bir meydan okuması olarak görmesini istemiyordum ama yine de yüzümü çevirmedim. "Sana ait olmayan şeyleri...