Pekala.
Bu yolculuğa çıkarken her şeyi enine boyuna düşünmediğimi biliyordum ama mevsimlik işçi olmak kesinlikle planlarımda yoktu. Elimdeki çapayı toprağa sertçe sapladım. Bataklığın olduğu yöne bakan duvarın altına tünedim ve usulca akan suların sesini dinledim. Nöbetçiler beni gözleriyle takip etti ama hiç biri yaklaşmaya tenezzül etmedi.
Kale metrelerce yükseklikte surlarla çevriliydi. Yarı açık kafesiminde bulunduğu ortak alanda haftada bir gün pazar için kullanılan dökümeye yüz tutmuş eski beton bir yapı vardı. Çiftlik hayvanlarının olduğu barakalar ile ahırların olduğu bölüm ise bataklığın yanına kurulmuştu. Kaleyi saran metrelerce yükseklikte duvarlara tırmanmam söz konusu bile değildi. İç avlu ve özgürlüğüme açılan batı kapısı da iki kişilik dryad grubu tarafından korunuyordu. Kaleye ait odaların ve iç avlunun olduğu bölümü hiç görmemiştim. Küreyi çalmayı başardıktan sonra buradan kaçmak için bir plan hazırlamaya çalışıyordum. Tek sorun bir hapishane kadar iyi korunuyor olmasıydı.
Ne var ki dryad'lar için işler yolunda değildi. Bunu sık nöbet değişiminden, yüzlerindeki sıkıntılı ifadeden ve nöbetçilerin artan yara izlerinden anlayabiliyordum. Cılız bir ümit kalbimde filizlendi. Beni arıyor olabilirler mi? Kalenin önündeki nöbetçi sayısı bir kaç günün sonunda teke düştü.
"Bana kalmış olsaydı çoktan ölmüştün." dedi kale kapısına yaklaştığımı gören yeni nöbetçi. Oldukça yapılı bir vücuda ve kızıl kahverengi saçlara sahipti. Gözleri ben onlara yaklaşırken iyice kısıldı.
"Sen kim oluyorsun da senin düşüncelerini önemseyeyim?" Öfkeyle karışık kinaye dolu bir sesle söyledim bunu.
Dudaklarından bir hırıltı çıktı. Bir dryad daha.
Nöbetçinin yanındaki adam "Sakin ol Zhmir," dedi bana yandan temkinli bir bakış atarak. "Benim de başımı belaya sokma."
Zhmir'in işimi bitirmek için tek bir açığa ihtiyacı var gibiydi. Avına kilitlenmiş kahverengi gözleri yok sayarak yanlarından geçtim.
Öğleden sonra kalenin hemen dışından gelen patlama sesiyle avlunun içi pazar yerine döndü. İnsanlar bataklık yönünden uzaklaşmak için ormana uzanan kapılara koştular. Kapı bir kez açıldı ve çok yakında Ligefr askerleri olduğunu gördüm. Kalenin önünde bekleyen nöbetçi patlamaya hazır bir bomba gibi gerilmişti.
Şansımı denemek zorundaydım.
"Arkadaşlarına yardım etmek varken neden zaten çıkamayacağım bir kapıyı bekliyorsun ki?"
Zhmir beni hemen arkasında bulduğu için şaşırdı. Zehir gibi bakışları amacımı tartarken kısıldı. "Sessiz ol cadı. Yoksa gelip çeneni ben kapatırım."
"Ne derler bilirsin, havlayan köpek ısırmazmış." Onu olabilecek en tehlikeli şekilde kışkırttığımı biliyordum. Bire bir mücadelede bir dryada karşı şansım yoktu ama onu atlatabilirsem bana yetişemezdi. Kalenin kapısını açtırmak bu lanet yerden tek çıkış yoluydu.
Zhmir'in yüzü anında değişti.Artan kan akışı altında genişlemesini ve gözlerindeki sarı beneklerin büyümesini izledim. Kızıl tüyler ansızın derisinden fırlamaya başladı. Tam formunu almadığı halde bedeni eski halinin bir buçuk katına ulaşmıştı. Olası saldırıya hazırlanmak için öne doğru gerildim. Ansızın ne yapmak istediğimi anlamış gibi durdu. Yeniden eski formuna dönerken soğukça gülümsedi.
"Akıl oyunların bende işe yaramaz. Buradan ancak cesedin çıkar."
"Korkacağını tahmin etmiştim." Artan nabzımın göğsümdeki baskısını görmezden geldim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK
Fantasía...Düşmanların dostlara, dostların ise düşmanlara dönüştüğü bir dünyada büyüleyici bir aşkın hikayesi... "Yalan söylüyorsun." "Öyle mi?" Bunu bir meydan okuması olarak görmesini istemiyordum ama yine de yüzümü çevirmedim. "Sana ait olmayan şeyleri...