İnsanlar ateşin başında kendini kaybetmiş bir şekilde dans ederken meydandaki dükkanların camlarına garip gölge oyunları yansıyordu. Ergenliğe yeni adım atmış bir kız ateşin kenarında dönerken elbisesini havaya kaldırdı ve yüksek sesli tasasız bir kahkaha attı. Daha bir kaç saat öncesine kadar ben de bu kadar keyifli hissetmiyor muydum? Şimdiyse ihanete uğramışlık hissi öyle yoğundu ki geride hiç bir şey kalmamıştı. Yol boyunca yan yana ilerlerken hiç bir şey konuşmadık. Hanın önünde Zhmir'i deliye dönmüş bir şekilde volta atarken bulmak beni şaşırtmadı. Peri'yse iki elini göğsünün önünde kavuşturmuş endişeyle karanlık sokağa bakıyordu. Eğer bu gece duygusal olarak bu kadar darmadağın olmasaydım bu görüntü kalbimi sızlatırdı. Az sonra yiyeceğim azarı düşünürken suratımı buruşturdum. En azından bizi aramak için sokaklara dökülmeyecek kadar ihtiyatliydiler ama buna bir kaç saat daha dayanamayacaklarını biliyordum.
Hana çıkan yola adımımı attığım anda Andre son zamanlarda sık sık yaptığı gibi beni yeniden şaşırtacak bir şey yaptı. Uzanıp usulca elimi tuttu. Gözlerim ellerimize kaydı ve güçlü parmaklarının kararlı bir şekilde benimkilerin üzerine kapanmasını izledim. Az önce çaresizlikten boğulmuyormuşum gibi bir anda tüm o endişe ve korkular daha çekilebilir hale geldiler. Parmaklarımı onun parmaklarının arasından geçirdim ve garip uyuşturucu bir hissin yavaşça içimi ısıtmasına izin verdim.
Zhmir'in öfkeyle şişmiş ve hatta bir miktar form değiştirmiş yüz hatları bize döndüğünde omurgamdan aşağıya bir ürperti indi. Gözleri Andre'den bana kaydı. "Gerçekten kahrolası bir..." diye başladı ama ellerimizi farkedince sözleri yarıda kaldı. Yeniden Andre'ye dönen öfkeli bakışlarında şüphe de vardı. "İyi bir açıklamanız olsa iyi olur."
Peri dayandığı kapıdan koşar adım yanımıza geldi. Endişeyle parlayan gözleri bir cevap arayarak yüzümde dolaştı. "Zhmir hemen kes şunu," dedi kısık bir sesle. "Çok kötü bir şey olmuş."
Sözlerinin bu kadar etkili olmasını beklemiyordum ama Zhmir'in öfkesi gözle görülür ölçüde dağıldı. Hemen önümüzde biterken sabırsızdı. "Ne oldu?"
"Önce içeri geçelim." dedi Andre kararlı bir sesle ve beni de yanında çekerek artık neredeyse boş olan hanın kapısını sertçe itti.
Hanın içerisinde kimsenin olmaması iyiydi çünkü bizi uzaktan gören herhangi biri bir şeylerin yolunda olmadığını rahatça söyleyebilirdi. Tüm konuşmayı mutlak bir sessizlik içinde dinleyen Peri bir top gibi kıvrılarak dizlerine sarılmıştı ve dokunsalar ağlayacak gibi görünüyordu. Ben tüm bu zaman boyunca endişeli gözlerimi Peri'den alamamış ve onu teselli edebilecek bir şeyler aramıştım ama işin aslı ondan daha iyi durumda değildim. Andre'nin de farklı hissetmediğini bilsem de bir şekilde hepimizden çok daha sakin görünüyordu.
Zhmir ise tüm duyguları bir arada yaşıyor gibi arada oturuyor, ansızın ayağa fırlıyor, kısaca yerinde duramıyordu. Tekrar oturduğunda homurdanır gibi soğuk, boğuk bir ses çıktı dudaklarının arasından. "En azından bir şey kesinliğe kavuştu, kesinlikle geri dönmüyorsunuz."
Şaşkın bir şekilde kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Dalga mı geçiyorsun? Burada askerlerin bizi bulup avlamasını mı bekleyelim?"
"Sınırı geçtiğinde sana güvende olacağını düşündüren ne? Öyle olsa en başından onu kaçırıp öldüresiye..." dedi öfkeyle ama Peri'ye kayan bakışları ansızın pişmanlıkla doldu. Bu yüzden devam etmedi.
"Ne yapmamızı öneriyorsun?" dedim bir solukta. "Ömrümüzün sonuna kadar tutsak olarak mı yaşayalım?"
"Bunu kastetmediğimi biliyorsun." Bana bakan gözleri öfkeyle kısıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK
Fantasy...Düşmanların dostlara, dostların ise düşmanlara dönüştüğü bir dünyada büyüleyici bir aşkın hikayesi... "Yalan söylüyorsun." "Öyle mi?" Bunu bir meydan okuması olarak görmesini istemiyordum ama yine de yüzümü çevirmedim. "Sana ait olmayan şeyleri...