Gözlerimi araladığımda gün çoktan doğmuştu. Rahatlatıcı bir farkındalıkla yatakta tek olduğumu farkettim. Kulübenin içinde ne Andre'den ne de diğerlerinden bir iz yoktu. Hiç acele etmeden uzun uzun gerindim ve kendime biraz daha dinlenmek için izin verdim. Yüzümü yana çevirdiğimde yastığa sinmiş ardıç ile çam karışımı tanıdık hoş bir koku -artık bunun Andre'ye ait olduğuna dair bir şüphem yoktu- zihnimi harekete geçirmeye yetti.
Fiziksel olarak harika olmama rağmen duygularım karmakarışıktı. İşleri daha fazla zorlaştırmadan önce kendime karşı dürüst olmaya ihtiyacım vardı. Bundan daha fazla kaçamayacağım için yüzleşmeye karar verdim. Sıkıntıyla döndüm ve gözlerimi tavana dikip duyguları bastırmak yerine ortaya çıkmalarına izin verdim. Bunu atlatabilmek için mutlak bir dürüstlüğe ihtiyacım vardı.
Neden ölmesine izin vermedin? Basit olduğu kadar cevaplaması en zor olan soru buydu. Şüphesiz daha kolay bir seçim olurdu. Tamam, belki aldığım en erdemli karar olmazdı ama ölmesi anlaşmayı geçersiz kılmaya yeterdi. Küreyi alıp uzaklaşabilirdim. Bu düşünce kısa bir an için neredeyse fiziksel bir acı verdi. Peki, neden? Beni kurtardığı için mi? Beni bunun durdurmayacağını bilecek kadar tanıyordum kendimi. Rüyasız ve son derece dinlendirici bir uykunun ardından dün geceyi Andre'nin yanında geçirmiş olmak içimi sıcacık bir duygunun kaplamasına neden oldu. Özellikle de şu anda bana tatlı bir işkence eden odunsu kokuyu içime çekerken cevap oldukça netti.
Ondan gerçekten hoşlanıyorsun.
Daha önce böyle şeyler hissetmediğim halde, biliyordum işte. Bunu kabul etmek şaşırtıcı şekilde direnmekten kolaydı. Öyle ki kafamı yastığa dayayıp bir kaç derin nefes daha almak için kendime izin verdim. Neden bu kadar iyi hissettirmek zorunda?
Lanet olsun, diye mırıldandım. Bir şeyi deli gibi istemekle olmasından deli gibi korkmak sanırım böyle bir his. Utandırdığı anda başını göğsüne gömmek istemekle aynı şey mi? Dokunmaktan korkmakla olanca kuvvetle ona sarılmak istemek. Bunca zaman ondan nefret ettiğimi sanırken o hissin kopkoyu bir tutku olması.
Bu işin sonu iyi değildi. Karşılıklı bile olsa -bu düşünce bir an için midemin kasılmasına sebep oldu- birlikte bir geleceğimiz olamazdı. Özellikle de dryadlar ile ligefrlar emsali görülmemiş bir savaşın eşiğindeyken. Hem günün birinde dönmek zorundaydım. Peki o zaman ne olacaktı? Dryadları bırakıp peşimden gelemezdi. Ben de burada kalamazdım. Gözlerimi kapadım.
Başka bir şey düşünmeye gerek yoktu. Andre'ye yakın olmak ateşe yaklaşmaya benziyordu. Benimse bir an önce eve dönmem gerekiyordu.
Yataktan çıkıp arka bölümdeki küçük banyoya gittim. Son zamanlarda hiç olmadığım kadar sağlıklı görünüyordum. Gözlerimdeki parlak gri benekler ortaya çıkmıştı, yanaklarımda tatlı bir pembelik vardı ve cildim tılsım sayesinde eski güzelliğine kavuşmuştu. Saçlarımı yarım bir örgüyle topladım.
Kulübenin önüne çıktığımda Hadrin koruluklara yaslanmış keyifle bahçenin içinde şimdi birbirinin ensesini yakalamaya çalışan devasa iki yaratığın boğuşmasını izliyordu. Hava neredeyse sıfıra yakındı. Üzerime aldığım kalın hırkaya daha sıkı sarılıp Hadrin'in yanına ilerledim. Siyah yaratık çevik bir hareketle kızıl olanı altına aldı. Az sonra yeniden insan formuna döndüler ve Andre'nin bir kolunu Zhmir'in boynuna doladığını gördüm. Üzerlerinde pantolon dışında hiç bir şey yoktu. Anlaşılan havanın soğukluğu bir tek bana işliyordu. Zhmir homurdanarak kurtulmaya çalıştı. Andre ise kollarını daha fazla dolayarak keyifli bir kahkaha attı. Onları böyle görmek... garipti.
"Ne yapıyorlar," dedim gözlerimi birbirinin üzerine atlayan yaratıklardan ayırmadan, "Birbirlerini boğmaya mı çalışıyorlar?"
"Daha bir şey görmedin," dedi Hadrin. Bana döndüğünde gözleri kısa bir süre yüzüme takıldı. "Farklı görünüyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK
Fantasy...Düşmanların dostlara, dostların ise düşmanlara dönüştüğü bir dünyada büyüleyici bir aşkın hikayesi... "Yalan söylüyorsun." "Öyle mi?" Bunu bir meydan okuması olarak görmesini istemiyordum ama yine de yüzümü çevirmedim. "Sana ait olmayan şeyleri...