Ertesi sabah odanın içinde beklerken yerimde duramıyordum. Güneş henüz doğmuştu ve ben Peri'yi bulmak için bir an önce yola çıkmaya hazırdım. Odanın içinde huzursuzca dolaşırken anlık bir dürtüyle dolapları ve çekmeceleri karıştırmaya başladım. Daha önce aklıma gelmediğine inanamıyordum ama hızlı bir arayışın sonunda kürenin orada olmadığından emindim. Tozlu eşyalardan başka bir şey yoktu. Tam vazgeçeceğim anda en alt çekmecede unutulmuş ufak bir ayna gördüm. Hiç düşünmeden yere atıp kırdım. Keskin bir parçayı üzerimdeki elbisenin kemerine sakladım. Kalanları toparlayıp çekmecenin derinlerine tıktım. Tılsımım olmayabilirdi ama bir kez daha saldırıya uğrarsam hazırlıksız yakalanmayacaktım.
Hadrin güneş doğduktan bir saat sonra beni almaya geldi. Kapının açıldığını duyar duymaz "Hazırım," diyerek ona döndüm. Heyecanıma mâni olamıyordum. Ancak kapının eşiğinde Hadrin ile birlikte dikilen adamı gördüğümde tüm neşem silindi ve cümlem havada asılı kaldı.
Kapının eşiğinde Zhmir'i bana dik dik bakarken görmek beni hazırlıksız yakalamıştı. Bir ayağımdan destek alıp yan dönerken istemsizce saldırı bekliyormuş gibi savunmaya geçtim. Dün olanlardan sonra dryadlara olan az miktardaki güvenim de eriyip gitmişti. Üstelik ikimizin arasındaki tansiyon kafeste üzerime salyalarını akıttıktan sonra bir an bile düşmemişti.
"Onun burada ne işi var?" diye tısladım adeta Zhmir'in yüzümdeki yaralarda gezinen bakışlarından rahatsızlık hissederek.
"Ben de sana bayılmıyorum." dedi Zhmir kayıtsız bir sesle. Ancak bu sefer yüzünde görmeye alışkın olduğum nefret yerini duygusuzluğa bırakmış gibiydi.
Hadrin tek kaşı havalanmış şekilde bizi izliyordu. Bu kadar açık bir düşmanlık beklemiyordu. "Aranızdaki buzların erime zamanı gelmedi mi?" dedi gerilime aldırış etmeden elindeki kumaş çantayı bana fırlatırken.
"Pek sanmıyorum." diye mırıldandım cevap olarak.
Gayri ihtiyari çantayı yakaladım. İçerisinde birkaç parça kıyafet vardı. Andre'nin daha önce tapınağın yakın olduğunu söylediğini hatırladım. Gideceğimiz yer birkaç günden uzak olamazdı.
"Yolda iyice kaynaşırsınız." dedi Hadrin. Bir an için donakaldım.
"Nasıl yani?" dedim şaşkınlığımı gizleyemeden.
"O da sizinle geliyor." dedi. Ona böyle aptalca bir şeyin nasıl olacağını soracaktım ama Hadrin çoktan arkasını dönüp yürümeye başlamıştı.
Zhmir yalnızca rahatsız edici bir şekilde dişlerini gösterdi. "Uslu durursan ısırmam" dedi ve ardından o da koridorda gözden kayboldu.
Bir süre arkalarından dik dik bakınmakla yetindim. Sonunda çaresizce yola koyuldum.
Avluya çıktığımda Hadrin ve Zhmir'i iki yanında nöbetçilerin durduğu geniş kapıya kadar takip ettim. Gerginliğimi gizlemeye çalışıyordum. Tek istediğim buradan bir an önce uzaklaşmaktı. Her şeye rağmen yeniden özgür olmak istiyordum. Bu düşünce ile yakıcı bir duygu boğazıma tırmandı. Verdiğim sözden sonra kaçamazdım. Hem ne tapınağı ne de rahibeleri tek başıma bulmama imkan yoktu. Nöbetçiler kapıları tutan kasnağı çevirdiler. Açılan kapılar tüm sorularıma tokat gibi çarpan bir cevapla özgürlüğümle aramda duran kişiyi açığa çıkardı.
O sırada hemen arkamızdan bir gürültü duyuldu. Aynı anda bataklığın olduğu yöne baktık. Surların gerisinden bir duman yayılıyordu. Andre'nin yüzü gerildi. Esen rüzgar saçlarını dağıtıyor ama o bir taş kadar hareketsiz durmaya devam ediyordu. Gözlerimiz buluştuğunda duygusuz bakışlarından bir şey geçti. Nedenini bilmeden istemsizce irkildim. Yapılması gereken doğru şey bakışlarını kaçırmak olurdu. Bense sağduyumu kaybetmiş gibiydim. İçimde gittikçe büyüyen ve bana kafa tutan o garip dürtüyle kafamı çevirmedim. Tüm yapabildiğim bu olmasına rağmen bütün enerjimi tüketmiş gibiydi çünkü o bakışlarını üzerimden çekmeden hareket edemedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK
Fantasy...Düşmanların dostlara, dostların ise düşmanlara dönüştüğü bir dünyada büyüleyici bir aşkın hikayesi... "Yalan söylüyorsun." "Öyle mi?" Bunu bir meydan okuması olarak görmesini istemiyordum ama yine de yüzümü çevirmedim. "Sana ait olmayan şeyleri...