Toprağın yüzüme değen çarpıcı soğuk hissi acıdan önce geldi. Bilincim yavaşça yerine gelirken her saniye bundan daha fazla pişman oluyordum. Ezilmiş bir omzun üstüne zincire vurulmuş bir halde en fazla bir metre genişlikte bir çukura atılmıştım. Ellerim ve bileklerim bir hayvan gibi birbirine bağlanmıştı. Tepemdeki ızgaradan sızan az miktarda ışık bile gözlerimi kamaştırmaya yetti. Dilime gelen toprak ve kan tadını tükürmek istesem de bir santim bile hareket edemedim. Yaklaşan ayak seslerini işittiğimde en fazla on dakikadır ayıktım.
Paslı çeliğin birbirine sürterken çıkardığı ses duyuldu ve üzerimdeki ızgara gürültüyle ortadan kalktı. Biri zincirlere asılarak beni zorlanmadan yukarıya çekti. Zincirin ayak ve el bileğimde etime batan hissi yüzünden gözlerimin dolmasına engel olamadım.
Bir ligefr gözleri için bile hassas olan gözlerimin ışığa alışması zaman aldı. İki adam çelikten bir kafesin kubbe gibi etrafı kapattığı bir alanda karşımda duruyordu. Bana duygusuz gözlerle bakan Hadrin'i hemen tanıdım.
"Ondan hala kurtulabiliriz. Açıkcası tam bir soruna benziyor." Göz ucuyla bana kısa bir bakış attı. "Ayrıca bir boğazı daha besleyecek erzağımız yok." dedi Hadrin. Konuşmanın gidişatı hiç hoşuma gitmemişti.
Andre adım adım bana doğru yürüdü. Atletik bir yapısı vardı. Sade siyah bir kot ve siyah bir kazak giymişti. İki adamlık yer kaplayan Hadrin'in yanında değilken o kadar da ufak görünmüyordu. Koyu dağınık saçları benim gibi bir çukurdan çıkmışçasına kirliydi.
Ayağa kalkıp karşısına dikildim. "Beni öldürmen için hiç bir sebep yok. Ne istiyorsun? Altın mı? Mücevher mi? Beni bırakırsan seni hayal edemeyeceğin kadar zengin ederim."
"Altın mı? Mücevher mi?" Bana dünyadaki en aptal insanmışım gibi baktı. "Benim bunlardan çok daha iyi bir fikrim var." Siyah bakışları acele etmeden üzerimde dolaşırken kısılmıştı. Neden titrediğimi bilmiyorum. Beni buradan kurtaracak büyülü kelimeler neredeydi?
Kim olduğumu bilmiyor kahrolası. Eğer bilseydi bu bir şeyi değiştirir miydi? Muhtemelen beni hemen öldürürdü. Belki de daha fenası. Bana neler yapabileceklerini düşünmek beynimin uyuşmasına neden oldu. Düşüncesizce aldığım tüm kararların bedelini şimdi ödeyecektim ve evet karşımdaki kahrolası bu konuda ciddi görünüyordu.
"Ne istiyorsun?"
"Tılsımın nerede?" dedi konuya direkt girerek. İstemsizce dudağımı dişledim. Tabii ki onu istiyor.
"Kaybettim." Omurgamdan tanıdık bir elektirik akımı yükseldi. Bu yalan söylemenin bir yan etkisiydi.
"Yalan söylüyorsun."
"Öyle mi?" Bunu bir meydan okuması olarak görmesini istemiyordum ama yine de yüzümü çevirmedim. "Sana ait olmayan şeyleri istememelisin." dedim düşünmeden. Bedenim zincire dolanmış olmasaydı eminim daha ikna edici olabilirdim. Susuzluk boğazımı yakmıştı.
Onu eğlendirmiş olmalıyım. Kısa ve içten bir kahkaha attı. "Ve bunu küçük bir hırsız söylüyor?" Bana doğru eğilip çenemi kendisine doğru kaldırdı. Bana bu kadar kolay dokunabilmesinin şaşkınlığıyla donakaldım. Parmak uçları soğuk yanaklarımdan boynuma doğru inerken doğrudan gözlerimin içine baktı. Tüm tüylerimi diken diken etmişti. "Hala anlamadın mı? Sen zaten bana aitsin."
Kesinlikle şaka yapmıyordu.
Şoktan kurtulur kurtulmaz hızla kafamı çekip elinden kurtardım. Aptal gülümsemesi yüzüne iyice yayıldı.
"Yiyecek bir şeyler verin. Şu aptal kıyafetten de kurtulun." dedi yeniden ayağa kalkarak. Ses tonu aşağılayıcıydı.
Hadrin belindeki anahtarı çıkarıp zincirleri çekiştirmek için bana uzanırken hiç hareket etmedim. Zincirden kurtulan bileklerimi ovuştururken Andre'in uzaklaşan adımlarını izledim ve kendi kendime yemin ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK
Fantasy...Düşmanların dostlara, dostların ise düşmanlara dönüştüğü bir dünyada büyüleyici bir aşkın hikayesi... "Yalan söylüyorsun." "Öyle mi?" Bunu bir meydan okuması olarak görmesini istemiyordum ama yine de yüzümü çevirmedim. "Sana ait olmayan şeyleri...