Ertesi sabah uyandığımda Andre'yi kafesin içinde görmeyi beklemiyordum. O kadar yakındı ki nefesim kesilmişti. Bana doğru eğilmişti ve elindeki bir şeyi inceliyordu. Bıçağın tanıdık yüzeyine bakarken bunun bana verdiği çakı olduğunu anladım. Uyurken yanımdan almış olmalıydı. Uyandığımı farkettiğinde saçlarıma uzandı ve ben ne olduğunu anlayamadan ufak bir tutamını kesti. "Ne yapıyorsun?" Sesim çatallı ve kulak tırmalayacak kadar tizdi. "Derler ki bir şey alırsan karşılığında bir şey vermelisin." Elindeki çakıyı önüme attı.
Bir kaşım havada bir çakıya bir ona baktım.
"Seni bırakmaya karar verdim." Ne? Doğru duyduğumdan emin olamayarak ifadesini inceledim. Son derece sakindi. Gözlerini yüzümden ayırmadan kafesin dışındaki nöbetçiye seslendi. "Kalenin kapısını aç."
Anlık şok yüzünden kalakaldım. "Beni bırakıyor musun?" Nöbetçi de en az benim kadar şaşırmıştı.
"Burada ölmen bir işime yaramaz. Ayrıca bu iş zaman ve erzak israfına dönmeye başladı." dedi yandaki yemek kaplarına kısa bir bakış atarak.
Katıksız bir şaşkınlık içinde kalkıp kafesin açık kapısına yürüdüm. Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum ama ayağıma gelen bu şansı tepmeyecektim. Dışarıya bir adım atmıştım ki yeniden Andre'in sesini işittim.
"Bunun türünün tek örneği olduğunu biliyor muydun?" derken en başından burada olma sebebim olan ufak küreyi görebileceğim şekilde havaya kaldırdı. Gözlerim bir an için hemen önümde duran umutsuzca istediğim küreye takıldı. Andre'in cevapları arayan gözlerinin yüzümde gezindiğini hissettim. "Bence sen basit bir hırsız değilsin," dedi olduğum tarafa dönerken, "Bunu aldığın odada çok daha değerli eşyalar olmasına rağmen sen bir yön bulucu çalmışsın." Keskin bakışlarından kaçınmak istedim, dudaklarımı dişlediğimin hayal meyal farkındaydım. Bir yandan sıkı sıkı kavradığı küreyi incelerken bir yandan kendinden daha emin bir şekilde devam etti. "Bu demektir ki her kimi arıyorsan umutsuzca buna ihtiyacın var," ardından küreyi ve izinsizce aldığı saç tutamımı cebine sokarak kaleye yöneldi. Artık olduğum tarafa bakmıyordu "Yeniden görüşeceğiz."
Duraksamadım bile. Koşar adım oradan uzaklaştım. Bacaklarım yanana kadar ormanın içine koştum. Bir buçuk saatlik koşunun ardından nihayet yeterince uzaktım. Bir ağaca yaslanıp soluklandım ve hızlı bir değerlendirme yaptım. Evet özgürdüm ama lanet herifin 'yeniden görüşeceğiz.'derken ne demek istediğini çok iyi biliyordum. Sınırları geçersem ülkemin içinde güvende olabilirdim. Denese bile bana orada ulaşamazdı. Ne var ki ben de bir daha dışarı çıkamazdım. Yön bulucu ve benden aldığı tutam sayesinde beni cehennemin dibine kadar kovalayabilirdi. Bu Peri'yi aramamı da imkansız hale getiriyordu. Bataklıktan kalenin olduğu yöne doğru baktım. Metrelerce yükseğe uzanan duvarların içinde bir yerdeydi, bunu biliyordum. Hiç değilse yaşıyor. Bilinmezlik işkencesini sürdürdü, tüm o yoksulluğun içinde o da acı mı çekiyordu? Belki de bir köle gibi satılmıştı. Gözlerimi yumdum. Bu kaybedilmiş bir savaştı.
Tılsımı sakladığım kovukta bulduğumda yeniden nefes almak gibi tarifsiz bir rahatlama yaşadım. Fazla vaktim olmadığını bildiğimden aceleyle boynuma taktım. Yakalanmadan önce mümkün olduğunca gücümü toparlamalıydım. Zihnimi mümkün olduğunca boşaltarak hızlı bir plan yapmaya çalıştım. Ne var ki planların işe yaraması için elinde koz olmalıydı ve benim tılsımım dışında hiç bir şeyim yoktu. O da bahis edilemeyecek kadar önemliydi.
Akşam güneşi kalenin devasa boyuttaki kapılarının üzerinde oynaşıyordu. Kendi ayaklarımla geri döndüğüme inanamıyordum. Kapılar ben yaklaşırken açıldı. İki yandaki nöbetçilerin sırıttığını görebiliyordum. Döneceğimi söylemiş olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK
Fantasy...Düşmanların dostlara, dostların ise düşmanlara dönüştüğü bir dünyada büyüleyici bir aşkın hikayesi... "Yalan söylüyorsun." "Öyle mi?" Bunu bir meydan okuması olarak görmesini istemiyordum ama yine de yüzümü çevirmedim. "Sana ait olmayan şeyleri...