Sapa taştan bir yolun açıldığı çayıra kondurulmuş kulübelere yaklaştığımızda hava kararmıştı. Tabelasında hana benzeyen işareti yıllar önce silinmiş ahşap bir evin önünde durduk. Hadrin hızlıca içeriye girdi. Beş dakika kadar sonra yaşlı bir adamla dışarı çıktı. Adam elindeki anahtarlarla kulübenin arkasına yönelirken Andre'yle bana hızlı bir bakış attı. Yan yana dizilmiş ufak kulübelerin önünden geçtik. Nihayet bir tanesinin önünde durup kilitleri açtı ve geçmemiz için kenara çekildi. Dün kaldığımız odadan daha genişti. İçerisinde ufak bir masa, iki adet yatak ve bir sedir vardı. Adam köşedeki şömineyi göstererek arka tarafta kuru odun bulabileceğimizi söyledi ve ardından salınarak çekip gitti.
Hadrin otomatik olarak şömineyi yakmaya girişti. Kendimi yalnız kalabileceğim tek yere odanın bitişindeki banyoya attım. Kafamdan şahit olduğum tüm o görüntüleri uzaklaştırmak istiyordum. Banyonun sürgüsünü çeker çekmez üzerimdekilerden kurtuldum ve derecesine aldırmadan kendimi paslı çelikten akan suyun altına soktum. Sıcaklık dondurucuydu. Ancak dişlerim birbirine vurmaya başladığında kurulanıp odaya geri döndüm.
Hadrin şömineyi yakmayı başarmıştı. Ellerimi uzatarak şöminenin önüne çömeldim. Saçlarımdan akan damlalar durduğunda Andre'nin uzun bir süredir orada olmadığını farkettim.
"Nereye gitti?"
Hadrin cevap vermedi, yalnızca kaşları daha fazla çatıldı. Ligefr'ın peşinden gitmiş olabilir miydi? Ya Peri'yi benden önce bulursa? Nalet olasıca! Dişlerimi gıcırdatarak kapıya yöneldim. Ama daha ben varamadan Hadrin önümü kesti.
Onu buna pişman etmek üzereyken kulübenin kapısı açıldı. Andre elinde yiyecek dolu paketlerle içeri girdi.
İkimizi ayakta ve patlamaya hazır bomba gibi bulduğunda kaşları havaya kalktı. "Bakıyorum da muhabbeti ilerletmişsiniz." dedi iğneleyici bir şekilde. Gözleri Hadrin ile buluştu. Hadrin önemsiz bir şey gibi omuz silkerek önümden çekildi. "Rahibeyi aramaya gittiğini sandı." dedi.
Gözleri bana kayan Andre paketleri masaya bıraktı.
"Beni bu kadar hızlı mı özledin?" dedi.
Nasıl bu kadar patavatsız olabildiğine şaşırarak hayret içinde ona baktım. "Sen iflah olmazsın!" diyebildim nihayet konuşabildiğimde.
"Hayır, olmam." dedi yüzüne yayılan aptal bir gülümsemeyle.
Kendimi Hadrin'in yanındaki sedire attım. Uzun zamandır kullanılmamış eski tahtalardan güven vermeyen sesler geldi. Ateşe dönüp saçlarımı kurutmaya ve hızlı hızlı örmeye başladım. Hadrin yanına oturmama aldırmamıştı. Yalnızca bir ara "Kızın hakkı var."dedi. Bunun üzerine Andre'den kaygısız ve içten bir kahkaha geldi. Ona göz ucuyla bakarken bu sesin bana neden iyi hissettirdiğini düşünmemeye çalıştım. Kızgınlığım geçti. Geriye Peri için hissettiğim deli edici endişe kaldı.
Biz yemeğimizi yerken akşam olaysız ilerliyordu. Ta ki biri kapımızı kırmaya çalışana kadar. Kapı o kadar gürültüyle çalındı ki yerimden sıçradım. Kapıyı kırmaya niyetli yaşlı adam karşısında Hadrin'i görünce birkaç adım geriledi. Elleriyle köyün ilerisini gösterdi. Güç bela "Orada, biri sizi soruyor." dedi.
Hadrin hızla dönerek Andre'ye baktı. Andre'nin onayladığını görebiliyordum. Hiçbir şey demeden adamın gösterdiği yere fırladı. Kapıya yöneldim ama Andre beni kapıya ulaşamadan durdurdu. Bir eliyle kolumu tutarken hemen önümde sanki geceyi dinliyor gibi kafasını yana yatırdı. Birkaç sıkıntılı dakikadan sonra "kahretsin!" dedi. Ben ne olduğunu anlayamadan beni yakaladığı gibi arka duvara itekledi. Bir saniye sonra önümde iki metrelik yaratığa dönüşmüştü. Sırtını bana verip gözlerini kapıya kilitledi. Panikle şöminenin yanında duran demiri kavradım. Tehlikenin ne olduğunu bilmememe rağmen titrek ellerimle demiri silah gibi önümde tutarak beklemeye başladım.
İçeriye yüzleri ve kıyafetleri uzun kapşonlu ile saklanmış iki adam girdi. Gri gözleri gördüğümde şoktan neredeyse elimdeki demiri düşürecektim. Bunlar Ligfr askerleriydi. Ben ne olduğunu anlayamadan biri tek elini kaldırdı ve Andre'yi daha doğrusu şeklini aldığı yaratığı duvara fırlattı. Diğerini bana yaklaşırken gördüğümde ne yapacağımı bilemedim. Öndeki adam elini uzatınca ayaklarım yerden kesilerek duvara çarptım. Nefesim alamıyordum. Demir maşa ellerimden kayıp yere düştü. Bir şey boğazımı ipe dolanmış gibi sIkıyordu. Odada tehlikeli bir hırıltı duyuldu ve siyah yaratık önümdeki gözlerle bakan adamın üzerine atladı. İkisi beraber odanın içinde yuvarlandılar.
Duvardan kayıp dizlerimin üzerine düştüm. Nefes açlığıyla derin derin solumaya çalıştım. Tek yapabildiğim öksürük krizine girmekti. Yaşlı gözlerle Andre'yi aradım. Parlak bir metalin onu sıyırdığını gördüm. Kafamı kaldırdığımda diğer adam çoktan bana yönelmişti. Çaresizce kaçacak yer aradım. O sırada Andre yeniden üzerime gelen adama atladı. Ligefr'ların tepesi atmış görünüyordu. İkisi birden beni bırakarak ona yöneldiler. Biri kırbacı andıran parlak bir ip çıkardı. Adamlardan biri dryad'a bıçağını fırlattı. Yaratık yana kaçarken diğeri kırbacı üzerine attı. İp gerilip gövdesini sararken dehşet içinde Andre'nin tuzağa düşmesini izledim. Kısa bir an gözlerimiz buluştu. Korku içinde az sonra ne olacağını anlamıştım.
Düşünmeden arkası bana dönük olan Ligefr'ın üzerine atladım. Anlık şaşkınlığı Andre'ye zaman kazandırdı. Kendini kırbaçtan kurtardı. Adam beni bir sinekmişim gibi elinin tersiyle duvara yapıştırdı. Andre benim olduğum tarafa yöneldi. Adamlarla arama girmeye çalışıyordu. İkinci adam bu sefer bana dönmüştü. Kısa bir an için bana doğru uçan parlak metali gördüm. Ama daha bana ulaşamadan parlak metalin önüme geçen siyah yaratığın tam karnına saplanmasını izledim. Dryad'dan can yakan bir ses yükseldi. İşte tam o sırada içeriye ikinci bir dryad girdi.
Hadrin olduğunu bildiğim yaratık Andre'den bile büyüktü. Kahverengi tüyleri ve korkutucu bakışlarıyla önümüzdeki Ligefr'ı çenesiyle yakaladığı gibi diğer uca fırlattı. Savaşçı duvarı kırarak kulübenin dışına fırladı. Diğer savaşçı da arkadaşını takip etti. Hadrin yetişemeden geceye karıştılar.
Neler olduğunu idrak edemeden heryerim Andre'nin kanına bulaşmış halde yere çöktüm. Ne yapacağımı bilemez halde titreyen ellerim saçlarında gezindi. "Neden önüme atladın?" Sanki boğuluyordum. Yarasına bakarken ismini seslendiğimin farkında bile değildim. "Lanet olsun! Neden önüme atladın?" Gövdesindeki kesiden o kadar çok kan akıyordu ki yüzü solmaya başladı. Ona uzandım. Bakışlarında bir şey donuklaştı. Kahretsin! Ölüyordu. Ellerimle çaresizce yarasına bastırdım. Hadrin ikimizin olduğu yere geldi. Andre'nin yarasından akan kana bakarken dehşete kapıldı. Ellerini benimle birlikte karnına koydu. İkimizi de katıksız bir panik sarmıştı.
O anda ne yapmam gerektiğini biliyordum. Ayağa fırladım. Onu iyileştirebilirim. Tek ihtiyacım olan zamandı. Panikle yardımcı olacak bir şey aradım. Yere düşürdüğüm maşayı aceleyle alarak Hadrin'in ellerine tutuşturdum. Ateşi işaret ettim. "Bununla kanamayı durdur." Bana anlamsız gözlerle baktı. "Kesi çok derin. Kanamayı durdursam bile valerianın zehri onu öldürür." dedi.
"Tılsıma ihtiyacım var. Bana iki gün zaman kazandırırsan onu kurtarabilirim."
Hadrin ne yapacağını bilmiyordu. Bana güvenmekten başka şansı yoktu. İfadesi karardı. Kısa bir süre sonra "Neye ihtiyacın var?" dedi.
"Kaleden geçmem gerek."
"Zhmir'i bul, sana yardım edecektir."
"Benden nefret ediyor."
"Yine de edecek."
"Neden bana yardım etsin ki?" derken kapıyı yarılamıştım bile. Hadrin'in cevabını dışarı çıkarken işittim. "Çünkü o Andre'nin kardeşi."
Bu bir şaka olmalıydı!
Adımlarım hızlanırken Andre'den korkunç bir haykırış yükseldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK
Fantasy...Düşmanların dostlara, dostların ise düşmanlara dönüştüğü bir dünyada büyüleyici bir aşkın hikayesi... "Yalan söylüyorsun." "Öyle mi?" Bunu bir meydan okuması olarak görmesini istemiyordum ama yine de yüzümü çevirmedim. "Sana ait olmayan şeyleri...