Canavar

68 7 0
                                    

Elimdeki bez çantayı sinirle yere fırlatıp daha az kirli bir kumaş parçasını seçerek üzerimi değiştirdim. Kırık ayna parçasını Andre'nin boğazına sapladığımı hayal etmek sinirlerimi yatıştıran tek şeydi. Daha uzun bir süre yalnız kalmak istiyordum ama oda uyumak dışında hiçbir işe uygun olmadığı ve açlıktan midem kazındığı için sonunda inadıma yenilerek kapıya yöneldim.

İçerisinde masalar bulunan alt kat kalabalık değildi. Ancak Andre'nin oturduğu masa dışında yalnızca bir tanesi boştu. Havada tarçın ve adını koyamadığım keskin bir kokunun karışımı vardı. Köşedeki şöminede yanan ateş tüm odayı ısıtmaya yetmişti. Bu hali ile aslında oldukça samimi bir yerdi. Bir süre ayakta dikilmeye devam ettim. Hadrin kapının yanında bir yandan içiyor bir yandan da yanındaki kızıl sakallı adamla sohbet ediyordu.

Çok fazla düşünmeden boş olan tek masaya oturdum. Yanımdaki sandalyenin gürültüyle çekilmesi çok sürmedi. Andre sandalyesine yerleşirken Linda'ya bize yemek getirmesi için işaret verdi. Elimize Hadrin'kine benzer iki büyük kulp tutuşturdu. Keskin kokusuna bakılırsa bir çeşit alkol olmalıydı. Kulptan derin bir yudum aldım ve hemen arkasından bir kaç yudum daha. Sakinleşmeye ihtiyacım vardı. Boğazımdan yakıcı bir sıvı geçti. "Ne o?" dedi Andre şüpheci bir şekilde bana bakarak. "Sarhoş olmaya mı çalışıyorsun?"

"Teşekkürler ama," dedim yapmacık bir şekilde sırıtarak. "Ayık kafayla hiç çekilmiyorsun."

Söylediklerimi onaylar gibi başını sallarken gülümsedi. Kendi kulpundan derin bir yudum aldı. Bir süre hiçbir şey konuşmadık. Hemen yan masadaki adam ise parası bittiği halde Heper'e içkisini tazeletmeye çalışıyordu. O anda buradaki ve hatta yanından geçtiğimiz köylerdeki insanlarda dikkatimi neyin çektiğini farkettim. Hepsi yokluk içindeydi. Yamalı kıyafetler, yırtık çarıklar ve yıpranmış dökülmeye yüz tutan eşyalar her yerdeydi. Bu beni anlamsız bir şekilde hüzünlendirdi. Benim topraklarımda da doğal felaketlerden ya da beklenmedik şiddetli bir kıştan sonra kıtlık olduğu doğruydu. Ama hiçbir zaman böyle şiddetli değildi ve ben anlatılanlardan ziyade bir kez bile tanık olmamıştım. İki toplumun birbirinden bu kadar farklı koşullara sahip olması garipti. Andre'nin adaletsizlikle ilgili söyledikleri tamamen yersiz değildi.

Linda elinde dumanı üzerinde tüten güzel kokulu yemeklerle dolu bir tepsiyi önümüze bıraktı. Hadrin de gelip yanımıza yerleşirken bana aldırış etmeden yemeğe girişti. Onların aç kurtlar gibi yemeklere saldırmasını izlerken bir garip hissettim. Daha önce aynı tepsiyi paylaşmayı bırakın ailem dışında kimseyle aynı masada yemeğe bile oturmamıştım. Bana asıl dokunaklı gelense yakalandığım andan beri ilk kez bana kendilerinden biri gibi davranıyorlardı. Karışık duygular içinde kolumla hala belimde sarılı olan ayna parçasını yokladım.

Andre kafasını yemekten kaldırarak tepsiyi bana doğru iteledi. "Senin yerinde olsam o belindeki şeyi kullanmadan önce gücümü toplardım." dedi.

Şok içinde ona bakakaldım. Hadrin'den boğuk bir kahkaha yükseldi. Andre kafasını eğerek bana daha dikkatli bakmaya başladı. "Gerçekten de bir savaşçı değilsin değil mi?"

Yanaklarım yanmaya başlamıştı. Bakışlarında bir şey yumuşadı yüzüne alaycı bir gülüş yayıldı. "Eğer olsaydın böyle aptal bir şeyin bana zarar veremeyeceğini bilirdin." dedi ve hiç ummadığım bir şey yaptı. Elindeki çatalı hızla diğer eline sapladı. Ağzımdan şok içinde bir nida kaçtı ama hemen sonra çatalın elinin üzerinde eğildiğini gördüm. Sanki çelikten bir derisi varmış gibi hiçbir şey olmamıştı. "Çelik bana zarar vermez."

Ligefr savaşçılarının özel bir silah kullandıklarını biliyordum. Keşke bunlara dikkatimi daha çok vermiş olsaydım ama asla bir dryad ile karşılaşacağımı düşünmemiştim.

TUTSAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin