Evde son bir haftadır zaten yanlız kalıyordum. Babam eve gelmiyordu. Beni elimde silahla göreceği günü ve birini yaralarken gördüğünü hayal ediyordum. Ettikçe yüzümü pis bir gülüş kaplıyordu. O gece pijamalarımı giyip yatağa uzandığımda Harry'nin dediği şey aklıma gelmişti.
Silahın nasıl tutulduğuna dair en azından bir fikir sahibi olmak için görsellere baktım. Tutulması nişan alınması ile ilgili kocaman bir makale çıktığında kelimelere öylesine göz gezdirdim. Bugünlük macera kotamı doldurduğumdan emin olduğum için artık rahat bir uyku çekebilirdim. Kapıyı kitledim ve yatağıma ger dönüp kendimi uykuya teslim ettim.
*
"Heaven bırakabilirim eve kadar" Barney kaşlarını kaldırıp Siyah audi'sinin camından bana ısrarlı şekilde bakmayı sürdürüyordu. Kafamı salladım ve gülümsedim kabalık yapmamak için.
"Hayır Barney kendine iyi bak,teşekkür ederim.Zaten bir arkadaşım alacak."
O da göz kırpıp tozlu dumanlı bir şekilde önümden geçtiğinde hangi yönden geleceğini bilmediğim için bir sağa bir sola bakınıyordum. Arkamda enseme çarpan soğuk bir nefes hissetmemle o boğuk, newyork'ta duymaya hiç alışık olmadığım İngiliz aksanıyla konuşmasına başlamıştı bile.
"Arkadaş alacak he?" Arkamı dönmemle onu Rayban gözlükler ve siyahlığın içinde bulmuştum. Bilirsiniz siyah bir renk bile değildir aslında. Siyah bir tişört ve siyah bir dar paça pantolon.Bir insana ne kadar yakışabildiğini düşünün. Düşündünüz mü? Şimdi unutun. Çünkü bunun kat kat üzerinde birşeydi. Gözlerimi kapayıp kafamı salladım etkiden çıkmak için. O ise bu tepkime hafifçe sırıtmayı yeğlemişti.
"Ne deseydim ki? Açıklama yapmak zorunda olduğum biri değil,boşver" Benimle newyork'un dışına doğru yürüdüğünde nereye gideceğimizi merak etmiyor değildim.
"Liam ve Niall nerede? Benden şikayetçiler değil mi?" Güneş gözlüklerinden bana nasıl baktığını bilmiyordum ama elleri cebinde yürürken ve benden uzun olduğundan dolayı - gözlükler yüzünün yarısını kapladığından tek görünen yerin direk dudakları olduğu gibi bir gerçekte var- görüş açım direk Güneşin altında parlak görünen ve sık sık yaladığı için o küçük kabuk pürüzleri yatışık halde duran dudaklarındaydı. Erkeksi ses tonu her konuştuğunda kulaklarımdaki tüyleri havaya dikiyordu sanki.
"Onların alışmak için biraz süreye ihtiyaçları var. Neler yapabildiğini ve onlara ayak bağı olmayacağını kanıtlamalısın. Bu yüzden seni gerçekten ne yaptığımızla yüzleştirmeye gidiyoruz"
Daha nereye gideceğimizi sormadan beni kaba bi ifadeylede olsa yanıtladığı için memnundum.Yanımda hızlı adımlar atarken ona yetişmek için kurulup suya bırakılmış ördekler gibi çırpındığım gerçeğini yok sayarsak şuanlık iyi gidiyordu.
45 Dakikalık uzun ama sıkıcı olmayan bir yürüyüş sonunda beni eski,paslanmış demir ve hafif yanık kokan depo gibi biryere getirmişti. Kırık camlar,variller içinde önceden yanıp sönmüş ateş izleri,ve olabildiğince pis bir beton zemin karşılamıştı beni. Bir kaç şişe alıp önüme dizdi.
"Eğer tek isteğin intikam olmasaydı sana bunları hayatta öğretmezdim." Ne dediğini anlamak için ona kaşımı kaldırıp bakmıştım.
"Al bunu. Neler yapabildiğini göster" Siyah ağır silahı elime tutuşturduğumda nasıl tutulacağını pek bilmiyordum ama işaret parmağımın tetikte olması gerektiğinden emindim. Ve üstte bir korumaları oluyordu. Onu açıp ileride duran şişelere hedef almayı denedim. Ateş edince silah yerinden oynamıştı. yüzüme doğru gelecekti nerdeyse ki kocaman ellerinle elimden tutmuştu. Refleksleri muhteşemdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lustfulness (Şehvet)
FanfictionBakışları öylesine değildi. Öyle zeki bir adamdı ki, kelimeleri seçmek yerine bana anlatmak istediği şeyi gözlerinle yapıyordu. Bakışları öylesine anlamlıydı ki. Uzun süre o yeşil gözlere baktığınızda onunla içten içe konuşuyormuş gibi hissederdiniz...