"Harry,baban kötü bir adam değil. sadece.. ilk eşinden olan Gemma'yı kız diye biraz daha önde tutuyor. Üzülme,tamam mı oğlum?"
"Üzülmüyorum anne. Sen varsın ya,bak evimizde var. Ben büyüyünce ikimize de bakarım.Babama da bakarım,Gemma'ya da. O da üzülmesin. O benim ablam."
"Bu gece baban beni alacakmış ve biraz konuşmak için bir yemeğe götürecekmiş. Evde yanlız kalabilecek misin yakışıklı prens?"
"Anne. Elbette kalırım.. Seni seviyorum"
Yüz ifadesi hiç değişmemişti. Aynı pis surat,aynı iğrenç gözler, o 3 adamdan biri. Annemi,benim annemi doğduğuna pişman ettirecek kadar kötü şeyler yapan o 3 adamdan biri. Chuck Ponnes.Merak etme anne,büyük bir şehvetle intikamını alacağım.
-
Harry,ben,Liam ve Niall hepimiz o varillerin olduğu kötü kokan depoya gelmiştik. Arabada benim birini vurmam hakkında bir konuşma geçmemişti ama Harry'nin gözüne girdiğimi biliyordum.Liam'ı ise utandırdığımı. Harry büyük bir soğukkanlılıkla adamı içeri taşırken bende geldim. Ne yapacağını merak ediyordum ama,korkuyordumda. Harryi öyle görmek? Yani sadece Harry'i değil. Kaldırabilir miydim? Onun neler yapabileceğini bilmiyordum. Kötü adamlarız demişti ama kötü kısmını henüz çok görememiştim. Ben deponun girişindeyken onlar adamı en köşeye götürdüler ve ayıltmak için uğraştılar. İyi ama neden?
Bir kaç dakika sadece ellerime bakarken o kel adamı düşündüm. Belkide çocukları vardı ve para kazanmak için o güvenlik işine girmişti? Saçmalama Heaven! Kim kumarhanede bi işe girer ki çocukları için? Unut işte.Şuanda o adamın olmasını istediği kızın tam tersisin. Harry'nin dediği gibi,bu senin ödülün.
Düşüncelerimi bölen Niall'ın elini omzumda hissetmemdi. "Heaven,konuşabilir miyiz?"
Kafamı aceleyle salladım. "Elbette"
Sanırım bu sefer ikimizinde düşüncelerini kesen biri daha vardı. Harry. Adam uyanmıştı,sandalyede oturuyor ve etrafını inceliyordu.Boğuk ses tonuyla tüm depoyu inleterek bağırdı.
"Onu buraya getir,Niall hemen! Görmesini istiyorum,dünyadan bir pislik nasıl silinirmiş ve bunun ardından mükemmel bir şehvet nasıl hissedilirmiş görmesini istiyorum. Onu buraya getir dedim sana!"
Dudağımı ısırdım,neden bu kadar bağırmıştı ki? "Heaven oraya gidene kadar söylemem gerek. Kendini kaybedecek. Bak,bunu istiyor ama birazdan hepimizi burdan atacak,çünkü ciddi anlamda kendini kaybediyor"
Ne demek kendini kaybediyor? Deponun ucuna kadar hızlı hızlı yürüdüm ve Harry'nin arkasında durdum. Adama bağırıyordu,ama öyle bir bağırmaktı ki. Tüm Newyork duyuyor gibiydi. Kulaklarım o tok sesin kaynağına yaklaştıkça beynime ağrılar gidiyordu.
Yerden bir taş aldı ve adamın dişlerine vurmaya başladı,tanrım ne yapıyordu? Niall arkasını dönüp bakmamak için direnince kime bakacağımı şaşırdım. Liam yanında izliyordu.
"Nasıl? Nasıl yaptın ulan orospu çocuğu! Nasıl yapabildin? Sana söylüyorum! Ah konuşmak için fazla mı yaralandın?" Ağzı kan içindeydi ve Harry resmen kükrüyordu. Bana döndü. Canavar gibiydi. İrkip bir kaç adım atmıştım.
"ÇIKIN! HEPİNİZ SİKTİRİN GİDİN."
Arkamı döndüğümde o adamın yakalarını tutup Ağlamaya başlamıştı. Adamın kafasını betondan betona tüm gücüyle vuruyor,ve bunu yaparken deliler gibi bağıra bağıra ağlıyordu.Niall'ın kolunu tuttum. "Niall neler oluyor?"
"Ağlıyor. Daha öncekilerde de böyle olmuştu. Biz alışkınız.Depo'nun dışına çık ve kulaklarını kapat. Bende arabayı çekip geleceğim.Hadi"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lustfulness (Şehvet)
FanfictionBakışları öylesine değildi. Öyle zeki bir adamdı ki, kelimeleri seçmek yerine bana anlatmak istediği şeyi gözlerinle yapıyordu. Bakışları öylesine anlamlıydı ki. Uzun süre o yeşil gözlere baktığınızda onunla içten içe konuşuyormuş gibi hissederdiniz...