Babamın bana yaşattıkları,küçüklüğümden beri bana yaşattıkları benim en kötü anılarımdı. Çocukluğum en güzel zamanlarım olması gerekirken benimkinin cehennemden hiç bir farkı yoktu.
Yaşıtlarım büyümek istemezken,küçüklük anılarına dönerken ben hep büyümek istemiştim. Büyüyüp ondan intikam almak,büyüyüp onun evinden uzaklaşmak.
Peki bu onu öldürecek kadar büyük bir şey miydi? Ard arda 2 kez yutkunmaya çalıştım belki o kocaman elma gider diye,gitmedi,büyüdü. Harry baş parmağı ile sürekli çenemden akan yaşları siliyor benden izin bekliyor gibi görünüyordu.
Bense akıttığım yaşların farkında bile değildim. Kafa salladım ve oturduğum yerden kalktım.
"Heaven! Nereye?" Sert bir ses tonu ile bana bağırdığında kulağım onun sesini bir uğultu olarak iletmişti beynime. Sesli,gürültülü bir uğultu. Odama girip kapımı kapattım.Onunla neredeyse 1 aydır görüşmüyordum. Özlememiştim ama yine de babamdı. Ben ona 'canım babam' dediğim her zaman,o bana 'canın çıksın kızım' demiş,eğer mükemmel olursam beni seveceğini söylemişti. Ben,arkadaşlarım gezerken sadece ders çalışır mükemmel olur,üzerimden övünmesini izlerdim. Beni seviyor benimle gurur duyuyor derdim. Şimdi ise,onun canını almaktan bahsediyordum.
Kiminle mi? Harryle. Bana dokunduğu zaman,içimin titrediği adamla. Bunu o yapacaktı,yatakta göz yaşlarımla savaşırken göz kapaklarıma ağırlık geldi,hıçkırıklarımı hissetmemeye başladım,uykunun her zerreme işleyip içimdeki acıyı örtmesine,en azından bir süre örtmesine izin verdim..
*
"Heaven,uyan artık. Saat kaç oldu güzelim biliyor musun?" Onun yumuşak ses tonunu duymaya alışık değildim,parmakları saçlarımda dolanırken şu an yattığım yerde olmadığımı farkettim. Salondaki koltuğa uzanmış,sırtını kol koyma yerine yaslamış beni de göğsüne çekmişti. Kokudan anlamıştım zaten.
"Biraz konuşalım." sert sesine alışkındım onun ben,benimle az ve öz iki kelimelik cümleler kurmasına alışkındım. Böyle değil. Dudağımı ısırdım.
"Kahvaltıyla duruyorsun,bir şey yemedin. Ne söyliyeyim?"
Kafa salladım sadece,dudaklarımı yaladım açılsınlar ki konuşabileyim diye. "Hayır Harry hiç bir şey istemiyorum."
Bir şey demedi,yutkundu ve gözlerini benimkilere dikti. Zaten bir şey demekten daha fazlasını yapmıştı. O 'buna zorundayım' bakışıydı. İçimi parça parça yakan,istediğim şeyi terazide eşit tutmak isterken,intikamın ağır gelmesini isteyen bakıştı.
O,bunun yarın sabah altı da yaşanacağını ikimiz de biliyoruz bakışıydı.
"Canı yanacak mı?"
"Yapmamızı istiyor musun?"
"Sana ne yaşattı?"
"Anlatacağım,şimdi değil." sıkıntıyla söylemişti. Louis hala görünmüyordu ortalıklarda. Konuyu değiştirmek isterken,kabuklu,nemli dudaklarını alnımda hissettim. Gözlerini kapattı ve orada kaldı. Dudaklarını çekmedi.
Böyle bir şeyi onunla ilk kez yaşıyordum. Bu şekilde,yemin ederim sonsuza kadar kalabilirdim onunla.
"Ama Heaven,yemin ederim ki,bana yaptıkları seninkinin çok katı,yüz katı,bin katı."
"Ne yapmış olabilir ki? Harry onu Chuck gibi öldürmene izin vermeyeceğim."
"Sana söz veriyorum,sadece silahımı kullanacağım."
"Kendini kaybediyorsun,bunu ikimiz de biliyoruz."
Biraz sustu,ne hissedecektim? Evet şuan ölmesini istiyordum. Acımasız mıydım? Hayır. Çocukluğumu elimden alıp,her günümü zehir eden adamın artık bu hayatta olmayıp gelecekteki çocuklarımı rahatsız edemeyeceğinin garantisini istiyordum. Ölmesini istiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lustfulness (Şehvet)
FanfictionBakışları öylesine değildi. Öyle zeki bir adamdı ki, kelimeleri seçmek yerine bana anlatmak istediği şeyi gözlerinle yapıyordu. Bakışları öylesine anlamlıydı ki. Uzun süre o yeşil gözlere baktığınızda onunla içten içe konuşuyormuş gibi hissederdiniz...