2.bölüm: ''Ateş seni çağırıyor!''

2.8K 240 25
                                    

''Kimsin sen?''

Herkesin birden bana doğru dönmesiyle Kudret Bey'de beni fark etti sonunda.

'Hiç... Hiç kimse.'' diyorum sessizce. Ama Kudu işte durur mu?

''Buraya gel'' diyor sert bir tonda. Ablam anında arkama saklandı. Korkak, daha ne olacak...

''Mine beni görmesin geleceğimle oynama lütfen!''diye yalvarıyor. İleride bu adamla çalışmak en büyük hayali tabi haspamın...

Ablama 'seni öldüreceğim' bakışı attıktan sonra yavaşça Kudu'nun masasına yaklaştım.

''Buyurun efendim.''

''Sen şu asistan kız değil misin?''

''Evet, öyleyim.'' Birden gözlerim parlıyor demek ki beni fark etmiş. Yaşasın...

''Hani şu iğrenç kahveleri getiren.'' Yüzümde az önce parlayan ışık birden soluyor. Ben öyle saf saf bakınca Kudu yüklenmeye başlıyor. Tolga bey de tam yanında dikiliyor.

''Tolga ben sana demedim mi işe yaramayan adam istemiyorum diye. Hem kahve getirmeyi beceremiyor hem de dizi hakkında ahkam kesiyor. İsterseniz siz yönetin diziyi küçük hanım. Kızım burada iş yapıyoruz bakıcılık değil.''

Daha konuşacak ama Tolga Bey beni kolumdan çekiştirerek kapıya doğru sürüklüyor. Bir yandan da Kudu'ya laf yetiştiriyor. ''Hemen gönderiyorum efendim, siz devam edin lütfen. Melis kızım, Kudret Bey'e doğru dürüst bir kahve getir.''

Kapıya geldiğimizde bana sinirli bir ifadeyle baktığında az çok olacakları tahmin ediyorum.

''Mine üzgünüm ama buradaki günlerin sona erdi. Bak staj dosyanı hocamın hatırı için doldururum ama bir daha buraya gelme lütfen. 'diyerek beni kapı dışarı etti. O an ablama bakınıyorum ama çoktan tüymüş. Sinirle yürüyorum. Hayallerimin işinden daha ikinci ayda kovuldum. Hem de ablamın her şeye burnunu sokması yüzünden. Ahh Müge ahh. Niye geldin ki?


Kudu'ya da saydırıyorum Tolga'ya da... Sonra ağladığımı fark ediyor elimle gözyaşlarımı silmek için gözlüğümü çıkartıyorum, çünkü buhardan göremiyorum. Gerçi gözlüğümü çıkartınca etraf iyice flu oluyor ama umurumda değil. Şu an kör olsam gam yemem. O hırsla rastgele bir ağacın dibine oturuyorum. Burnum akıyor ama kahrolası selpak her zamanki gibi tam zamanında bitmiş, boş poşet çantamın dibinde kalmış.

Burnumu çekerken, arkamdan gelen sesle beraber hafifçe yüzümü dönüyorum.

''Küçük hanım size söylüyorum iyi misiniz? Lütfen alın'' diyerek bana mendilini uzatıyor. Selpak ta değil. Eskilerden kalma ipek tarzında işlemeli bir mendil. ''Böyle mendiller kaldı mı ya? ''diye düşünürken burnumu siliyorum güzelim mendile. Yumuşakmış Allah'tan. Yoksa o silmeye burnum kıpkırmızı olurdu.

''İyi misiniz biraz daha'' diyor aynı ses. Kafamı kaldırmadan yine ağlama nöbetime giriyorum. Bir yandan da saydırıyorum tabi.

''Hep o Kudu denen yönetmen bozuntusu yüzünden. Düşünebiliyor musunuz beni kovdu. Beni, yani geleceğin bir numaralı yönetmenini. Ama ben ona yapacağımı biliyorum. Ben çok ünlü bir yönetmen olunca huzurevine Kudu'ya pişmaniye göndereceğim. Tabi hala kıskançlıktan ölmediyse. O Tolga da hala yardımcı yönetmen olarak kalıyor olacak. Ben onu yardımcım bile yapmayacağım. Ya benim kahvelerime 'iğrenç' dedi. Sanki ben yapıyorum, makine yapıyor. Ühhh...'' diye ağlamaya devam. Tabi mendille ikinci kez burnumu silince mendil artık tanınmaz hale geliyor.
Adam kesin delirdiğimi düşünüyor herhalde.


''Ağlamadan doğru dürüst anlatacak mısın olanları?'' diyerek bana bakıyor. Başımı o anda kaldırıyorum. Gözlerimi iyice kısarak tanımadığım adama bakıyorum. Orta yaşlarda, saçlarında hafif beyazları var. Bana cebinden mendil uzatmıştı. Acaba içine koklayıp bayıltacak bir şey koymuş olabilir mi? Yok artık iyice paranoyak oldun kızım.

'Nesin sen sapık falan mı? Tamam, işte iyiyim git hadi.'' diyerek arkamı yeniden adama dönüyorum. Adam gitmediği gibi bir de gülmeye başladı. Çattık!

''Uzun zamandır beni böyle kimse güldürmemişti.'' diyerek oda yanıma oturuyor. Yok, bu adam kesin sapık...

''Anlat hadi iyi bir dinleyiciyimdir.''

Ben tam 'Oğlum bak git.' diye bağıracakken anlamış olacak ki eliyle umut verircesine omzuma dokunuyor. O anda içimi müthiş bir huzur kaplıyor. Ve başlıyorum anlatmaya; hayallerimden tut ablama, yönetmene, okula, aklıma ne gelirse anlatıyorum. Konuşmam bittiğinde kendimi o kadar hafiflemiş hissediyorum ki. Adama baktığımda ise kaşlarını kaldırmış bana bakıyor.

''E senin de işin zormuş.'' diyor. O kadar komik bakıyor ki ikimiz de kahkahalara boğuluyoruz.

''Biliyor musun ben de uzun zamandır bu kadar gülmemiştim sağ ol.'' diyorum.

''Ne demek küçük hanım seni biraz olsun neşelendirebildiysem ne mutlu bana.'' diyor. O anda adama alıcı gözüyle baktığımı fark ediyorum. Gerçekten karizmatik görünüyor, gülerken sanki bir gamzesi var gibi geliyor. Kahverengi ela arası güzel gözleri ve Rıchard Gere gibi hafif kır saçları var. Nasıl bir baktıysam artık adamın her yerini incelemişim.

''Mine ben.'' diyorum gülümseyerek. Elimi sıkıyor.

'Ben de Ateş diyor.'' Aklıma o ünlü reklam cıngılı geliyor.

'Ateş seni çağrıyor!'

Yalnız adam Ateş gibi gerçekten, gerçi annem olsa ''Adam baban yaşında ''diye başımın etini yer ama ben o an sadece Ateş'e takılıyorum. ''Beni yak kendini yak her şeyi yak ''diye şarkı söyleyesim var. O anda ayağa kalkıyor.

''Gitmem lazım öğle tatili bitmek üzere, tanıştığıma sevindim Mine'' diyor bana bakarak. Hemen ayağa kalkıyorum.

''Ben de sevindim Ateş 'diyorum. Aman tanrım adama adıyla seslendim. Bu hoşuna gitmiş olacak ki yine gülümsüyor. Sonra cebinden cüzdanını çıkartıyor ve içinden bir kart alarak bana uzatıyor.

''Bak burada sekreterimin numarası var. Onu arayıp Alev hanımdan randevu al. O dizinizin oynadığı kanalda yapımcı olarak çalışıyor. Benim gönderdiğimi söyle eminim ki sana uygun bir iş bulacaktır.''

Kartı alıyorum üzerinde 'Damla Ergin'' ve telefon numarası yazıyor. Adamın bir tanışı herhalde. Aman bana ne kimse kim. Alev Hanım mı dedi o?

''Alev hanım mı? Şu kanalın dizi yapımcısı Alev Hanım mı?'' Gözlerim parlıyor. Kudu, Tolga hepsi o kadına bağlı çalışıyor. Beni de kesin geri alırlar. Adama sarılasım var. Ve hatta sarılıyorum.

''Çok teşekkürler. Hayatımı kurtardın. Bak sana bir gün öderim bunu. Yani yönetmen olunca seni de belki filmlerimde oynatırım ha? Ne dersin ünlü olursun. Gerçi yaşın biraz geçmiş ama olsun baba rollerini sana veririm söz.''

Adam yeniden gülüyor.

''Çok tatlısın ''diyor. Ben de gülüyorum. Asıl sen tatlısın bir tanesin bir tane.Neredeyse yanaklarını sıkıp 'seni yerim sosis' diyeceğim o kadar mutlu oldumyani,
Elimde duran ruhunu teslim etmiş ipek mendile bakıyorum.

''Şey sanırım mendilin artık kullanım dışı.''

''Önemli değil at gitsin .''diyor. Atmıyorum eve gidince kesin yıkarım ben bunu,hatta anneannem gibi kolalayıp ütülerim, diye düşünüyorum.

''Sonra görüşürüz küçük hanım. Ha bu arada hayat hiçbir şey için bu kadarağlamaya değmez sen hep gül, sana gülmek yakışıyor.'' diyerek uzaklaşıyor. Ben dearkasından bakakalıyorum. Hayal mi gördüm acaba? Ya da kart sahte mi? Kameraşakası falan mı? ''Ahh öyle bir şeyse salaklığına doyma Mine'' diyorum vekoşarak otobüse yetişmeye çalışıyorum.


YAY BURCUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin