Aşk Şans İşiydi.~12

9.5K 301 3
                                    

O koku.
Bu ilahi koku başımı döndürmeye yeterdi. Onundu. Ona özeldi. Hatta başka kimse böyle kokamazdı, kokmamalıydı. Tenine imza gibi sürülmüştü. Tuna Konak'a yakışan tam da buydu.
Simsiyah gözlerini üstümde hissetmeme rağmen açmadım mavilerimi. Nefes almaya korktum ilk defa. Sanki ciğerlerime bir nefes hediye etsem, bacaklarım bu hediyeye ihanet edip yığılacaklardı. Kalbim sevinç nidalarıyla doluyken midem ona katılıyor, beynim ise bir köşede somurtmuş bu karmaşayı izliyordu. Bu durumda beynim haklı bile olsa Tuna için, bu hazırlık için kalbimi dinleyecektim.
"Geldin."
"Geldim. Yalnız yemene gönlüm el vermedi."
1 cümleydi 5kelimeydi ama "Sana aşığım" dese bu duyguları hissetmezdim. Öyle bir şeydi ki bu sanki bundan kısa zaman önce o kadar acıyı ben yaşamamıştım. Hatta ilk defa aşık oluyormuşum gibi. Kendime bu kadar Çabuk itiraf etmişken Tuna da bunu anlasın istiyordum. Bütün dünya bile duyabilirdi şu an için sorun yoktu.
"Hadi o zaman bu mükemmel sofra soğumasın." Dedim gülümseyerek.
"Hadi." O da gülümsemişti. Ne kadar güzel gülüyordu. İnsanın içi aydınlanıyordu.
Otururken masaya rahat bakma fırsatı buldum. Oldukça sade ve hayal derecesinde muhteşemdi. Annem bile böyle bir masa kurmamıştı bu zamana kadar. Yani anlayacağınız ben bu yaşıma kadar ilk kez böyle bir masada oturmuştum. Kırmızının ve siyahın hakim olduğu masada kırmızı örtüyü siyah tabaklar süslemişti. Böyle tabaklarım ve örtüm olduğunu bile unutmuştum. Tuna'nın ise böyle ufak ayrıntılara dikkat etmesine şaşırmıştım. Tamam hayran kalmıştım tamam. Bu adam kalbimi siyahla doldurduğunu biliyormuşçasına karnım için de siyahı seçmişti.
"Bunlar muhteşem görünüyor Tuna. Hepsini sen mi yaptın?"
"Evet" o gülerek yemeğini yerken ben bu akşam sanki hiç şaşırmamış gibi ağzımı kapatamıyordum. Bende yemek yapmayı severdim ama ona hazırlamak hiç aklıma gelmemişti. Aslına bakarsanız önümdeki sadece soslu makarnaydı ama şuan yumurta bile gözümde mantıydı.
"Sen bugün işte değil miydin?"
"İşteydim. Sadece erken çıktım."
"Ya ben erken gelseydim?"
"İyi ki gelmemişsin o zaman" dedi gülerek.
"Baban nasıl ben bugün arayamadım."
"İyiymiş yarın çıkacak hastaneden. Benimle gelmek ister misin?" Bu bakış beklenti bakışından başka bir şey değildi. Onu tabiki reddemezdim ama son olaydan sonra ağzımı sıkı sıkı kapatacaktım.
"Tabiki gelmek isterim. Ama ağzımı açtığımda hemen kapat olur mu?" Bu dediğim karşısında önce kaşlarını çatsa da anlayınca kahkaha atmaya başladı.
"Gülmesene Tuna haksız mıyım?"
"Valla bu sefer sonuna kadar haklısın." Dedi gülerek.
"Tuna ya" dedim kendimi tutamayarak. Sonra da söylediğimden utandım. Konuyu değiştirme çabam jet hızıydı tabiki de.
"Ellerine sağlık çok güzel olmuş." Gözleri parladı bir an bu söylediğimle.
"Gerçekten beğendin mi?"
"Evet çok lezzetliydi." Basit bir makarnayı sen yapınca mükemmel olmuştu.
"Afiyet olsun." Sen ne güzel gülüyorsun siyah adam.
Yemeğimizi yedikten sonra mutfağı topladım. Tuna yardım etmek için girişimde bulunduysa da istemedim. Hem o kadar hazırlamış bir de toplatmak olmazdı ayıptı hemde ben mutfakta başkasını pek istemezdim. Ne yapayım benim takıntılarım benim kurallarım.
Tuna ise mutfağı toplarken beni izlemeyi tercih etmiş olmalı ki nefesi hala bu odadaydı. Sırtımdan bir ürperti geçtiğinde ona doğru baktım.
"Islak köpek gibi bakma Tuna. Geç sen balkona ben kahvelerle geleceğim."
"Peki" dedi ve arkasını dönüp gitti.
"Odun" diye mırıldandığımda "Duydum" diye bağırdı.
Pek umursamadım. Duyarsa duysun. Mutfağın işi bitince kahveleri yapmaya başladım. Bugünün fincanları kırmızı su bardakları ise siyah olmalıydı. O özeniyorsa bende özenip akşamın hakkını vermeliydim. Kahveleri tepsiye koyduktan sonra suları da yanına koyup balkona ilerledim. Tuna geldiğimi farketmemiş, telefonuna bakıp gülüyordu. Bir an içimdeki okyanus fokurdadı. Volkan patladı. Beynim alev aldı.
Bana böyle gülmesi için ne kadar çok beklemiştim ve acaba daha ne kadar bekleyecektim?
Tepsiyi masaya bırakınca çıkan sesle sonunda kafasını kaldırdı. Tuna Konak gülmüştü. Şuan dudaklarının bana ikram ettiği ise az öncekinin artıklarından başka bir şey değildi.
"Kahve hazır." Dedim kızdığımı belli etmek istemesem de sert çıkan sesimle. Tuna bana bakmaya devam ediyordu.
"Teşekkür ederim Ada da."
"Evet da?" Engel olamadığım sinirle sözünü kestim. Şaşkınlığına şaşkınlık katarak konuşmasını sürdürdü.
"Bir şey mi oldu diyecektim."
"Yok hayır ne olsun."
"Hadi o zaman şu mükemmel kahveler soğumasın."
"Hııııııı soğumasın." Yine telefona döndü. Bir yandan da kahvesini içiyordu. Bende umursamayıp telefonumu elime aldım ve internette gezindim. Hiçbir şey yoktu. Pek de sevmezdim zaten. Önemli olan yaşadığım andı ve bu an internetle harcanmayacak kadar değerliydi. O sırada telefonuma mesaj geldi. Tabiki Arastı.
'Selam güzellik.'
'Buyur tatlım.'
'Eks patron hala sende mi?'
'Evet evet çaprazımda oturuyor.'
'Kalbin kulağında atıyordur şimdi.'
'Kalbimi bilemem ama sinirden saç diplerimin uyuştuğu kesin.'
'Ne oldu? Ne yaptı yine?'
'Önemli bir şey yok sanırım bu sefer benim kuruntum.'
'Dediğin gibi olsun. Unutma bir telefon uzağındayım.'
'Unutur muyum hiç çocukluğum.'
Telefona öyle dalmışım ki beni izleyen siyahlardan habersizim. Ben Aras'a diye telefona minnetle gülümserken kafamı kaldırdım ve biz yine dünyayı durdurduk. Bana bakıyordu. Dikkatlice. Çözmek istercesine. Sadece kısa bir an duvarlarımı Tuna'ya kaldırmayı düşündüm. Ama dedim ya kısa bir andı ve hemen geçti.
Bazen içinizi insanlara kapatmak istersiniz. Çünkü kendinize dahi itiraf edemediğiniz duygular, hisler kalmıştır orada. Belki acı, belki sevinç, belki kızgınlık, bir tutam da hayal kırıklığı. Kalp kırıklığı gibi duygularda kırılır ve tutarsanız eliniz kanar. Tutmazsanız ise her şey işte böyle olur. Kimseyi hayatınıza almaz ve sizi toplamasına izin veremezsiniz. Çünkü karşı tarafında yara alacağından korkarsınız. Üstelik kimse sizin için elini kanatmak zorunda değildir. Ama böyle durumlarda insanlar çıkar karşınıza. Sizin yardıma ihtiyacınız olduğunu anlarlar yada anlamazlar kimse bilemez ama ellerini uzatırlar. Bu onlar yardım etme çabalarıdır. Önemli olan sizin uzatılan eli kabul edip etmeyeceğinizdir. Bir yanınız kabul et dese de çok büyük bir yanınız onu da kanatırsın der. İşte o an yaptığınız hatayı anlar ve zaten var olan duvarın etrafına birde sık parmaklıklı bir kafes çekersiniz. Bu saatten sonra sizi çıkarabilene aşk olsun. İnsana bunları yaptıran ise tamamen acıdır. Acı çeken insanların çoğu bunu yaparken azı da kendini tamamen dış dünyaya vurur. Bana göre onlar kontrolsüzce bedenlerini sağa sola yalpalatan insanlardır.
Tuna elimdeki kontrolü almıştı. Kafesimi açmış, bunu yaparken yorulduğu için sırtını duvara yaslamıştı. Daha fazlasına izin veremezdim. Bu bile beni öyle yoruyordu ki ona bunu fark ettirmemek için kendimle yoğun bir savaş veriyordum. Benim kendime has kurallarım vardı. Elimde tuttuğum kontrollerim ve değerlerim vardı. Bunlar beni ben yapan şeylerken elimden alınması canımı yakıyordu.
"Gitmemi ister misin Ada?"
Günlerdir bu soruyu sorduğunda ne cevap vereceğim düşüncesiyle boğuşmuştum. Hatta gözyaşlarımda boğulmuştum kimi zaman. Gitmesini istemiyordum ama kal demek duvarımdan bir tuğla eksiltmekti. O eksikliğin zararını da siz düşünün.
"Kalırsan da gidersen de senin kararın Tuna. Başımın üstünde yerin var, kapım sana her zaman açık. Ama neden kalmak istediğini çok merak ediyorum açıkçası."
"Bunun cevabını sana daha sonra vereceğim. Üzgünüm zaman veremem belki çok yakın belki de çok uzun bir zaman sonra ama söyleyeceğim." Dedi ve telefonuna döndü. Akşam yemek hazırlayanı karanlıkta Tuna sandım herhalde. Bu ne umursamazlık.
"Sen çalışmayı düşünmüyor musun?" Sorunun birden bana yöneltildiğini anlamadım. Gerçi bana cevap beklercesine bakana kadar da anlamamıştım.
"Ben mi? Başvuru yaptığım yerlerden cevap bekliyorum."
"Neden babanın yanında çalışmıyorsun?" Ah şu meşhur soru.
"Babamın yanında çalışınca dolaylı yoldan da olsa yine ondan para alacağım. Ayaklarımın üstünde durduğumu önce kendime kanıtlamam lazım."
"Kendine bir şeyleri kanıtlarken etrafındakileri yıktığın oldu mu hiç?"
"Etrafımda çok insan yok. Dolayısıyla kırılacak kimse yok."
"Neden soyutluyorsun kendini?" Bu soru fazla özel değil miydi ?
"Soyutlamıyorum. Bu hep böyleydi. Hiç değişmedi." Dedim gergin bir sesle.
"Peki dediğin gibi olsun. Ben yatsam iyi olacak, sabah iş var. İyi geceler" dedi ve ayaklandı. Birden ona karşı yumuşadığımı hissettim.
"İyi geceler. Yarın erken mi gideceğiz hastaneye?"
"Bu ara biraz yoğunum ama erken gelmeye çalışacağım. Haber veririm sana."
"Çok iyi olur." dedim bende kalkarken. Tuna odasına gitti bende kahve bardaklarını alıp mutfağa gittim. Onları akıtıp lavabonun içine koydum. Sonra da ellerimi tezgaha dayayıp derin bir nefes aldım. Bu ev nelere şahit olmuştu. Ama hiç iki kişilik kahve fincanına rastlamamıştı. Bir erkek bir kız olanından tabiki de. Yada şöyle söyleyeyim, farklı duygular içinde olduğum biriyle hiç kahve içmemiştim. Burada. Evimde.
Gülümseyerek yıkadım fincanları. Duş almam lazımdı. Bunun için Tuna'nın odasına çekilip uymasını bekledim. Odada eşyalarımı hazırlayıp banyoya geçtim. Küvete suyu doldurup içine girdim ve ılık suyun bedenimi kabul etmesine izin verdim. Burası, evde bir erkek olduğu düşünülürse, tek rahat ettiğim alandı. Tuna'yı düşündüm. Zeytinden bile daha siyah olduğunu düşündüğüm siyah gözlerini, tenine ek bir ten gibi yapışmış ve onu bırakmayan kokusunu, benimle konuşmalarını düşündüm. Neden geldiğini bilmediğim gibi, gitmek isteyip istemediğini de söylemediği için bilmiyordum. Bana göre bir imada bile bulunmamıştı. O biçimli dudaklar, bana bunun cevabını vermemişti. Anlık bir kararla vücudumu liflemedim. Bir daha sarılacak kadar yakın olamayacağımız düşünülürse kokusu üstümde kalmalıydı. Onu benim gözümde neyin böyle yaptığını bilmiyordum. Tutku, aşk, sevgi. Bunlar yoğun, altından kalkılamayacak duygulardı.
Bana göre bir insana aşık olduğunuzda sadece mideniz kelebeklenmez, aklınız kalbiniz dururdu.
İhtiyaç.
Evet aradığım kelime tam anlamıyla buydu sanırım. Beni sarmalayacak sıcak kollara, ona aitmişcesine bakan gözlere, benimsin diye haykıran dudaklara, boğumlarında can bulduğum ellere, kıvrımlarında nefes aldığım bu adama ihtiyacım vardı. Siz istediğiniz kadar aşk deyin ben aradığım kelimeyi bulmuştum. Bir yandan da ona karşı hiç yaşamadığım duygular hissediyordum. Bazı tanıdık duygular da su yüzüne çıkmıştı ve ben bunları yaşadıkça Berke'ye ihanet ettiğimi hissediyordum. Aslında böyle hissetmem saçmaydı ama şu evde bile ondan başka erkeğin nefesini istemediğim zamanları biliyordum. Yani bunlar çok normaldi. Gel gelelim Tuna gözümde Berke değil. Daha ileride, daha iyi. Nedensizce bir güvenle doluyum ona içimde. Bu iç savaştan kim galip çıkar diye sorarsınız cevap veremem. Ama hangisi çıkarsa çıksın saygıyla eğilirim.
Uzun ılık bir banyonun ardından vücudumu kremleyip dişlerimi fırçaladım. Tek rengim olan kırmızı bornozumu giyip çıktım. Tuna uyuduğu için ya da ben öyle düşündüğüm için kıyafetlerimi odamda bırakmıştım. Bu gayet normal bir şeydi öyle değil mi? Odaya girene kadar bende öyle düşünmüştüm.
Yatağımın üstüne en az kafası kadar açtığı gözleriyle bana bakan Tuna Konak görmemle yerimden sıçramam bir oldu. Birden onu görmenin şaşkınlığını üstümden atarak bornozuma daha sıkı sarıldım.
"Ne işin var burada Tuna?" Bence sesim oldukça sert çıkmıştı ama karşımdaki adam beni gram takmamıştı.
"Uyuyamadım. Uyumamışsındır diye düşünüp yanına gelmeye karar verdim. Sonra duşun sesini duydum ama giyinip çıkacağını düşündüm. Bu yüzden buradayım. Hadi giyin gel uyuyalım." dedi ve kendini yatağa atıp göz kapaklarının siyahlarını kapatmasına izin verdi.
Bense donmuş buz misali dışarıdan müdahale gelmedikçe hareket edebileceğimi sanmıyordum.
"Tuna"
"Hı" bir adamın mırıldanması bile baştan çıkarıcı olabilir miydi?
"Üstümü giyinmeme müsade etseydin keşke."
"Kıyafetlerini ayarlamışsın benimde gözlerim kapalı. 18 yaşında beyni başka yerinde çalışan erkek değilim ben."
Bu söylediğine gülmemek için dudaklarımı ısırırken yatağın üzerinde hazırlanan kıyafetlerle patlıcanın en koyu tonuna büründüm. Şç çamaşırı tercihime içten içe bir kez daha küfrederken hızlıca eşyaları alıp Tuna'nın odasına geçtim. Ne olur ne olmaz diye de kapıyı kilitledim.
Tavırlarına ayak uydurmakta güçlük çekiyordum. Şuan yatamda uyuyordu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Bir yanım farklı duyguların selinde boğulurken diğer tarafım acının eşiğindeydi.
Giyindikten sonra odadan çıktım. Bornozumu banyoya asıp odaya doğru yürüdüm. Girip girmemekte ki kararsızlığım hüküm veren hakimde yoktu. Sonunda derin nefes alarak kapının kolunu indirdim ve odaya girdim. Tuna'nın düzenli nefes alışverişinden uyuduğu anlaşılıyordu. Kararsız kalsam da yatağa yavaşça oturdum. Hayatımda ilk defa bir yabancıyı izliyordum. Gözlerini, bana bakışını özledim. Hasret duygum alev aldı ve bu alev beni sardıkça daha da çoğalıyordu. Yumuşacık saçlarına dokunma isteğiyle tutuşuyordum. Dokunsam uyanır mıydı acaba? Ben kendimle tartışma içindeyken Tuna mırıldanmaya başladı. Başlarda ne dediğini anlamasam da yüzümü yüzüne yaklaştırınca ağzından çıkan tek sözcüğün "anne" olduğunu anladım. Elim ayağıma dolanmıştı. Yavaşça omzundan sarstım ama tepki vermedi. Birden terlemeye başlayınca daha çok panik oldum. Üstelik kafasını sağa sola "anne" diyerek salladıkça ellerim kilitleniyor benimde dilim damağım kuruyordu.
"Tuna rüya görüyorsun uyan."
"Tunaaaa" hala bir tepki yoktu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Masanın üstünde suyu görünce hemen alıp yüzüne döktüm. Uyanır düşüncesiyle hareket etmiştim ama ne mutlu bana sanırım adamı şoka sokacaktım. Tuna birden yatakta doğrulunca bende yerimden sıçramıştım. Sonra gözleri beni buldu. Ve ah o siyah gözler yüreğimi burkacak kadar doluydu.
"Rüya görüyordun özür dilerim."
"Uzun zaman olmuştu. Asıl sen korkuttum ben özür dilerim."
Bardakta kalan suyu ona uzattım. Bir bardağa bir bana bakıyordu. Yeni uyandığını ve uyanma şeklini düşünürsek ima ettiğim şeyi anlamaması çok normaldi.
"Al su iç çok terledin. Sonra da üstünü değiştir yatalım."
Bu kadar doğal söylememe bende şaşırsam da belli etmedim. Aklımda sadece o dolu doku siyah gözler vardı. Sevgiyi eksik almış ve göremediği sevgiye fazlasına muhtaç küçük bir çocuğun gözleriydi onlar. Yavaşça kafasını sallayıp yatan kalkıp odasına ilerledi. Bende saçlarımı tarayıp yatağa yattım. Normalde yatağın ortasına kurulan hatta kaba tabirle yayılan ben, bugün tek tarafla yetinmiştim. Sanki Tuna'yı bekliyordum. Sol yanımda bir kıpırtı olsunca hareket etmedim, gözlerimi bile açmadım. Onu beklediğimi anlasın istemiyordum. Bununla beraber korku tüneline ilk defa binen çocuğun kalbi kadar hızlı atan kalbime de söz geçiremiyordum. Nefesimi düzene sokma çabalarım bir hayli zn sürmüştü. Sonunda uyuduna emin olup diğer tarafa döndüğümde dudaklarımdan bir "ah" çıktı. Tuna gözlerini gözlerime dikmiş beni izliyordu. Bu adam uyuyormuş gibi nefesini düzene sokmayı nasıl beceriyordu?
"Neden uyumuyorsun?"
"Çünkü uyumadın" dedi garip bir sesle.
"Biraz konuşalım mı?"
Dirseğinin üstünde doğrulup bana baktı.
"Tabi."
"Seni zor durumda bıraktım. O günden sonra fazla düşüncelisin. Ben yine söylüyorum böyle olsun istemedim." Dudaklarımın üstünde kadifemsi bir dokunuşun getirdiği hoş sıcaklık yayıldı. Bu bir kelebeğin eline konduğunda hissedeceğin baskıdan fazlası değildi. Ama o kadar emin bir baskıydı ki susmaktan başka çarem yoktu. Parmağını çekmeden konuşmaya başladı.
"Sana son kez söylüyorum Ada Şan. Baskı altında değilim. Bu gece bu yatakta olmamın sebebi de senin evine gelme sebebim de saçlarının kokusu ve gözlerin. Eve döndükten sonra hatta buraya geldiğimden beri bile uyuyamadım. Tek ihtiyacım olanın saçlarının kokusu olduğunu anlamam az zamanımı alsa da bana ömrlük gelmişti. Şimdi anladın mı neden geldiğimi? Birbirimize ihtiyacımız var. Sarılması gereken yaralar, nefesimiz tıkanana kadar solunması gereken kokular var. Ne düşündüğünü anlayamasam da biliyorum. Güvenmek zor. Kabul etmek, kabullenmek zor. Sana hemen bana kapılanı aç demiyorum. Ama arala. Minik bir aralık için her şeyi yaparım. Ben bile bana ne olduğunu bilmiyorum. Bir baktım ndimi senin kapında buldum. Tek istediğim minik bir aralık. Yemin ederim gitmeyeceğim. Seni yüz üstü bırakmayacağım."
İçimdeki Tuna yandaşı olan kalbim karşısındaki adamı aferin dercesine alkışlarken, beynim bile tutulmuştu. Vücudumun verdiği tek tepki baraj misali durmadan akan göz yaşlarımdı. Konuşmadım. Cevap vermedim. Onu kırmaktan, üzmekten korktum. Bu duyguların karşıdakine ne yaptığını iyi anlayacak şeyler yaşamıştım. Şu an yanımda yatan adam benden şans istemişti. İkimizde aynı duyguların yoğunluğunda boğulurken, sadece gözlerimizle konuşmuştuk. Bu yaptığım ne kadar yanlış ne kadar doğru düşünmeden ona kollarımı açmıştım. Siyah gözleri mutlulukla parlarken tedirgin bir şekilde kollarımın arasına girdi.
Şuanda siyah gözlü güzel adamın duvarlarını yerle bir etmiştim. Bunu o da çok iyi biliyordu hatta kendisi bunu yapmama müsade etmişti. Belki de bana cesaret vermek istiyordu. Ben ise kasılmış bedeninimin cevap vermemi beklemeden uyuyan adama bakıyordum. Yüzü öyle güzeldi ki bu zamana kadar sadece gözlerine odaklandığımı fark ettim. Halbuki keskin hatlı yüzüydü güzel adamın gözlerine şekil veren.
Saçlarına elimi uzattığımda bu sefer uyuduğundan emindim. Elimle yavaşça saçlarına dokunduğumda biçimli dudaklar yukarı doğru kıvrıldı. Elim saçında donarken tekrar huzurlu bir ifadeye dönen yüzünü izledim. Biraz saçlarıyla oynadım, o arada düşündüm.
Ona izin vermezsem bunun pişmanlığını yaşayacağımı biliyordum. Ve benim bu hayatta en nefret ettiğim şey keşke demekti. Ama ya aynı şey olursa? Şuan bu ikilemi yaşadığım için kendimden, yaşattığı için de Berke'den nefret ettim. İlk defa. Ben buna ne kadar şaşırsam da bunu düşündürenin Tuna olduğunu anlayacak yaştaydım. Saat epey geç olmuştu. Ama bir karar vermeyi kendime şart koşmuştum. Sabah da Tuna'ya ona göre davranacaktım. Tek ihtiyacı olanın saçlarımın kokusu ve gözlerim olduğunu söylemişti. Bu içimde bir şeyleri hareket ettirdi. Benden fazlasını beklemeyecekti. Bu şimdilik mutlu etse de yinede kuşkuyla yaklaşacaktım. Kendimi düşündüm. Tuna ile olmak beni mutlu ederdi. Ben yapı olarak sevdiklerine sağdık bir kızdım. Tuna'yı delicesi sevebileceğim gibi bırakırsa da canımı verecek kadar acı çekebilirdim.
Gözlerim artık kapanmaya başladığında kararımı vermiştim. Sonuşta aşk şans işiydi ve ben kendime ikinci kez Tuna'ya ise ilk kez bu şansı verecektim.


Beklettiğim için üzgünüm. Beğendiğinizi belli etmenin yolunu biliyorsunuz sürekli bir şey isteyerek zorlamak istemiyorum. Şimdiden teşekkürler iyi okumalar. Yüzünüzden gülümseme elinizden kitap eksik olmasın:)

AŞK ŞANS İŞİDİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin