"Yeniden iyi biri olmak mümkün."
-Uçurtma Avcısı
~~~
Adam, pişmanlık ateşinde yanarken ağır adımlarla kızının dolabına doğru ilerledi. Bir kez bile kokusunu içine çekmediği kızının...
Ve bir kez daha hayal kırıklığıyla burkuldu içi. Dolap boştu. Bir dakika, yalnızca bir elbise vardı. O da iki yaşındayken adamın aldığı ilk ve tek hediyeydi.
Adam daha da yandı.
Titreyen ellerini minik elbiseye uzatırken, kumaş parçasını yavaşça burnuna götürdü. Farkında olmadan gözleri kapanırken, kapalı gözlerinden sızan yaş damlası, çenesine doğru ilerledi.
Koklamaya tenezzül bile etmediği küçük kızı... Cennet gibi kokuyordu.
Ancak geç kalmıştı. Hayatın kelime anlamı değil miydi geç kalınmışlıklara bağlanmak?
***
Mayosunu üzerine geçirip banyodan çıktı ve aşağı indi Mia. Çantası aşağıdaydı ve amcasından izin alması gerekiyordu.
Mutfağa girdiğinde su içen Yağız bey ile karşılaştı. Adam kendisine doğru döndüğünde birden delicesine öksürmeye başlamıştı. Mia neden olduğunu anlamasa da yanına koşarak sırtına vurdu.
"İyi misiniz?" Adam resmiyetten hoşlanmasa da gülümseyerek onayladı kızı. "Evet. Bi-bir anlık dalgınlığıma geldi."
Mia yüzüne normal bir gülümseme yerleştirerek çantasını aldı ve evden çıktı.
Kapının önünde dikilen izbandut kılıklı adamlardan biri kolunu tuttu küçük kızın.
"Efendim, Kerem beye haber vermeniz gerekiyor," diyerek telefonuna uzandı. Bu sırada diğer korumanın gözüne kızın çürümüş bileği çarptı. Çaktırmadan inceleyip fotoğrafını çekti. Bu sırada kız hâlâ telefonla konuşuyordu. Sonrasında gülümseyerek iki iri adama baktı.
"Rıfat ağabey, üç saatim varmış." Adam kafasını sallayıp gülümsedi. Gülümsememek elinde değildi ki. Karşısındaki kız çok şirindi.
Yola çıktıklarında genç kız kendisine en kısa zamanda cep telefonu almayı kafasına not etti. Sonrasında ise sosyal medya hesapları açacak ve üç aylık özgürlüğünü doya doya yaşayacaktı. Ya da üç aylık sandığı özgürlüğünü...
***
Elizabeth, başındaki ağrıyla uyandığında kendisini kanepede buldu. Daha sonra aklına hücum eden kızı ile tekrar ağlamaya başladı. Koşarak koridoru aşarak kızının odasına girdiğinde karşılaştığı manzara ile gözyaşlarını tutmaya son verdi kadın.
Kocası, 16 yıldır ilk defa kızının kokusunu alıyordu. O minicik elbiseye sarılmış, uyuyordu koca adam. Hâlâ ağlayan kadın, adamın yanına yanaşıp omuzlarını dürttü.
"Koray," boğazını temizledi. "Yatağına geç istersen." Kelimeler boğuk ve bu dünyaya masumdu.
"Elizabeth?"
"Efendim?"
Adam karısına doğru döndü.
"O," dili varmıyordu.
"O, hep böyle mi kokuyordu?" Elizabeth'in ağzından firar eden hıçkırıkla adam gözlerini yumdu. Kızının değerini kaybedince anlamıştı ve vicdanı kalbini kor ateşte yakıyordu.
Kadın konuşmadı.
Adam susmadı.
"Ba-bana onu anlatır mısın?" Kocası ilk defa ondan rica etmişti. Yatağın ayak ucuna doğru oturdu kadın.
"Melek gibiydi kızım. Sana karşı hep saygı çerçevesinde konuşurdu. Sen işe gittiğinde arkandan ağlar, geldiğinde ona saril diye beklerdi. Doğum gunlerinde o kadar ağlardı ki beni bile istemezdi yaninda. Butün gece yildizlarla konusur, neden benim baba beni sevmiyor? diye mırıldanırdı. Senin hakkinda her seyi biliyor. Senin aksine."
Devrik kurduğu cümleler kulağa hoş bir tını bırakırken, kendine bir kez daha lanet etti adam.
Kadın kalkıp kızının çalışma masasına ilerledi ve ilk çekmecesini açtı. Tahmin ettiği gibi, minik meleği ilk günlüğünü yanına almamıştı.
Günlüğü eline alıp kocasına uzattı.
"Bu ne?" Adam şaşkındı. "Kızımın günlüğü."
Adam, elindeki günlüğe bakarken, zihnindeki duvarlara çarpıp, eko yapan cümle, aslında doğruydu.
Kızımın günlüğü.
Elizabeth'in kızı.
Elizabeth'in herkesten sakındığı meleği.
Kadın, her şeye rağmen, kalbinde iyilik beslediği kocasına baktı. Sonrasında arkasını dönüp kapıdan çıkacakken, kocası seslendi ilk defa.
"Elizabeth..."
Kadın arkasını döndü.
"Efendim?"
"Özür dilerim..."
***
Mia sessiz adımlarla arka bahçe kapısından içeri girdi. Amcası onu böyle görese muhtemelen bir daha dışarı çıkarmazdı.
Parmak uçlarında merdivenlerden çıkarken hemen odasına doğru koştu ve kapısını kilitledi genç kız.
Aynada kendine bakarken haline bir kez daha güldü. Güneş kremini evde unutmuş ve kumsalda pancara dönmüştü. Soğuk suyu açıp altına girdi ve bir süre bekledi. Sızısı azalınca suyu kapatıp havlusuna sarındı ve odasına yöneldi.
Şort ve tişört giyinip yatağına uzandı ve gözlerini kapadı.
Ne kadar zaman geçti bilinmez ama evde yankılanan, tabir-i caizse kükreme ile uyandı Mia. Gözlerini araladığında telaş ve öfke barındıran boncuk mavisi gözlerle karşılaştı.
"Amca?"
"Bu halin ne kızım?!" sinirli ses tonu, telaşlıydı.
"Kremi unutmuşum amcacığım. Sakin ol lütfen." Sakin olması gerekliydi.
"Nasıl unutursun, kızarmış sosise dönmüşsün!"
"Hadi," dedi amcası. "Sana krem sürelim. Sonra seni göle götüreyim."
Genç kız heyecanlandı. Amcası ile her Amerikaya gelişinde aynı göle gider ve oyun oynarlardı. Tuhaf, oyunlar...
***
"Biraz daha hızlı Mia! Seni vurmama az kaldı."
Göl, ormanın içindeydi ve Mia ile amcasının vazgeçilmezi Açlık Oyunları oynamaktı.
Mia arka taraftan gelen minik bir çıtırtı duydu ve hızla ağaca tırmandı. Dalların arasına girerken amcasını elinde tüfek ile kendisine bakarken gördü.
"Ups."
"Yakaladım seni küçük böcek!" Kerem bey, tüfeğini sırtına doğru ittirip ağaca tırmanmaya başlamıştı bile. Mia'yı kollarıyla sardığında her ikisi de gülüyorlardı.
"Eğlendin mi güzelim?"
"Evet."
Ağaçtan atlayıp dondurmacının yolunu tutmuşlardı bile. Genç kız yine her zamanki dondurmasını yiyecekti.
Kurabiye ve İtalyan karameli...
Bu sırada Kerem, önce avuçlarının arasına aldığı minik ellere baktı. Daha sonra ise o minik ellerin sahibine. Kızına...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Delalamın *tamamlandı*
Genel KurguHer şey babamın aslında babam olmadığını fark ettiğimde başladı...