Merhaba arkadaşlar...
Medyadakiler Yağız ve Su...
~•••~Bazı insanları; yollarınız ayrılmadan tanıyamazsınız.
~•••~
Güneşin tenime sıcak dokunuşuyla uyandım. Gözlerimi aralamakta zorlanıyordum. Yastığımda ki koku huzur vericiydi. Farklıydı bir kere daha önce kokusunu bilmediğim bir şeydi. Belki de beni uykudan uyandıran güneşin rahatsız edici sıcaklığı değil de bu farklı kokuydu. Daha önce duymadığım, tarifinin imkansız olduğu bir kokuydu. Bana ait olmadığını biliyordum. Bu kokuyu sevmiştim. Nedenini bilmiyordum ama farklı uyanmıştım. Aklımda ki bir sürü soru bir anda yok olmuştu. Bom boştu ve bu hoşuma gitmişti. Sessizlik başka bir huzurdu.
Kafamı kaldırıp daha açamadığım gözlerle etrafa baktım. Güneş ışınlarının etkisiyle de bir şey görmüyordum. Gözlerimi biraz ovaladım. İlk başta uyku sersemliğiyle anlayamamıştım ama burası benim odam değildi. Siyah çift kişilik bir yataktaydım. En azından rengini seçebilmiştim. Odaya tamamen siyah beyaz renkler hakimdi. Bu odaya farklı hava katmıştı.
"Uyanmışsın küçük hanım" dedi kapının yanında bana bakıyordu. Bu gün gece beni serserilerin elinden kurtaran adamdı. Hemen yan tarafımda duran çarşafı üstüme çekerek doğruldum ama sırtım biraz fazla açılmıştı. Tanrım yarı çıplaktım üstümde sadece iç çamaşırlarım vardı. Bunu nasıl daha yeni fark ediyordum ve başımda çatlayacakmış gibi ağrıyordu ama bunu umursamamak kolaydı. Acılara alışıktım. Asıl soru; ben onunla yatmış mıydım? Yarı çıplak yatakta yatmanın başka mantıklı bir açıklaması olabilir miydi? Karşımda kapıya yaslanan adamı inceledim. Yüz kemikleri çenesine doğru, dik geliyordu. Yanakları içine doğru hafif çöküktü. Dün geceden daha yakışıklı duruyordu. Yüzünde bir leke dahi yoktu. Kaşları hafif kalınlındı. Ama bu bile yüzüyle orantılı duruyordu. Gözleri gece karası renkteydi. Buradan bakınca inanılmaz duruyordu. Açıkta kalan bacakları ile yaptığı sporun etkisiyle kaslıydı. Bu halde bile çocuğu resmen bakışlarımla yemiştim.
"Neredeyim ben?" diye sordum içimde ki korku artarken. Aptalım ben ya aklım başka bir şey düşünüp dudaklarım başka bir şey soruyordu. Şuan içimden ağzıma kürekle vurmak geliyordu. Belli ki evindeydim ya da bir otel odası her ikisi de olabilir. Başka bir şeyde beklenmezdi zaten dışarıda kurtar ondan sonrada evine getir. Gerisi belli zaten sarhoşluğumdan faydalan. Şimdi diğer adamlardan ne farkı kaldı. Gerçi beş kişi ve bir kişi arasında dağlar vardı ama sonuç aynıydı.
"Burası benim evim ve yattığın yatak da benim yatağım oluyor" diye yanıt verdi. Bu halime bile o mükemmel gülüşüyle baktı. Bu cevabı bekliyordum yani evi olması beni şaşırtmamıştı. Tanımadığınız bir adamın yatağında bu şekilde uyandınız da benim verdiğim tepkimi verirsiniz. Bazılarınız çığlık bile atar çünkü bu kötü bir durum. O zaman normal bir birey değilim. Bu olayı bu kadar sessiz karşıladığıma göre. Lanet olsun ben neden iç çamaşırlarımla tanımadım bir adamın yatağında yatıyordum? İşte günün asıl beklenen sorusu tam olarak buydu.
"Peki, kıyafetlerim?" diye sordum. Bıyık altından gülümseyerek bana baktı. Gerçekten gece onunla yattım mı diye düşündüm? Kendisinin değişen ruh hali de emin olamamamı sağlıyordu. Bunu yaptıysam bile fena çocukta sayılmazdı. Hala kapının oradan bana bakıyordu. Dün geceden daha çekici görünüyordu. Kasları hatırladığımdan daha belliydi. Üstünde dar bir badi vardı kasları badinin altından bile ben buradayım diye bağırıyordu. Altında da bir kabri vardı. Onu süzdüğümün farkına bile varmamıştım. Sorusuyla kendime geldim.
"Geceyi hatırlamıyor musun?" diye sorduğun da daha çok kuşkulandım. Tamam, karar verdim ben dün onunla küçük bir kaçamak yapmış olabilirdim. Her ne kadar hatırlamasam da ki biraz fazla içmiş olabilirdim. Çünkü fena halde başım ağrıyordu ve aklımda dün geceye dair en ufak bir kare bile yoktu. Hatırlamaya değer de olsa hatırlardım sanırım. Ama içimde ki kuşkuyu yenmem lazımdı. Aklımda şüphe kalmasını istemiyordum. Böyle daha fazla düşünerek kafayı yiyebilirdim.
"Niye biz gece ne yaptık ki?" diye sordum korkuyla. Zorla yutkuna bilmiştim. Yüzünde ki alaycı ve çekici bakış sinirimi bozuyordu. Niye bu kadar güzel gülmek zorundaydı ki ve niye ben her gülüşünde onu yiyecekmiş gibi ona bakakalıyordum. Bir ağzının sulanmadığı kaldı. Düşüncelerimin içine sıkayım ya iyi ki alt yazım yoktu. Onun karşısında şapşal gibi göründüğümü biliyordum.
"Gerçekten hatırlamıyor musun?" bu soruları benim gerçekten sinirlerimi bozuyordu. Kasıtlı yaptığını biliyordum ama gene de kızıyordum. Neden hep aynı soruyu sorup duruyordu. Aramızda onun hatırlayıp benim hatırlamadığım ne demişti ki? Benim üzerimde bir şeyler olmamasından yola çıkarsak. Baya şeyler gelirdi akla. Ama bunları düşünen herkesin içi fesat bence…
"Hatırlamıyorum işte anlatacak mısın?" artık sinirlenmeye başlamıştım sesimi biraz yükselttim sadece birazcık. Gece olanları bilmek istiyordum. Bu benim en büyük hakkımdı. Yaşananları duymak istiyordum. İnanmak inanmamak en azından bana kalırdı.
"Cııkk hatırlayana kadar anlatmayacağım" öylece kapıdan çıkıp gitmişti. Hiç bir şey demeden çekip gitti. Bu ne rahatlık beni niye ikilimde bırakıyor ki? Aramızda bir şeyler geçtiyse söylesin illa beni çıldırtması mı lazım? Ağzından laf almakta ne kadar da zormuş.
Çarşafı göğüsüm tarafına sardım. Ayağa kalkıp kıyafetlerimi aradım ama ortalıkta yoklardı. Ona ait kapüşonlu bir badi bulup giyindim. Üstüme mini elbise gibi olmuştu. Kapıdan çıktığımda burnuma müthiş kokular geldi. Odadan dışarıya yeni çıkıyordum. Buradan görünen salon siyah ve beyaz şeklinde dekore edilmişti. Siyah ve beyazın uyumunu kim sevmezdi ki? Siyahın asalet olduğunu cümle alem biliyordu. En azından ben öyle düşünüyorum.
Kokunun geldiği yeri takip ettim kurt gibi de açtım. Siyah merdivenden aşağı indim. Salonun tam karşısında bahçeye açılan sürgülü büyük bir kapı vardı. Beyaz tül perdeler hafifçe havalanıyordu. Saçlarımı ve zaten kısa olan badimi de fazlasıyla havalandırmaya yetiyordu. Bir kaç adım daha attıktan sonra girişinde bir biblo olan bir kapının önünde buldum kendimi. Kokuların ana kaynağını bulmuştum. Başımı içeriye uzatıp ortalığı kolaçan ettim. Tezgah da kahvaltılık bir şeyler hazırladığını gördüm. O kadar konsantre olmuştu ki geldiğimi bile duymadı. Bu kadar yakışıklı biri mutfakta da nasıl iyi olabilirdi? Büyülenmiş gibi ona bakıyordum. Her yaptığı hareket ustacaydı. Etrafa bakındım diğer odalar gibi burada da siyah ve beyaz hakimdi. Onu izlemeyi bırakıp sessizce içeriye girdim çıplak ayaklarımın beyaz zeminde ses çıkarmasın diye parmak uçlarımda yürüdüm ve arkasında ki masanın üstüne oturdum. Hala geldiğimin farkına varmamıştı. Elinde ki tabakla masaya döndüğünde öylece kalakalmıştı. Elinde ki salatalıktan bir parça ağzıma attım. Benim bu halimi baştan aşağı süzdü bacaklarım biraz fazla açıktı sadece badi bacaklarımın bir kısmını kapatıyordu. Elimle saçımı düzelttim. O inat yapıp anlatmazsa bende başka yollar denerdim. Kadınlığımı kullanmaktan beni kim alıkoyabilirdi ki. Buna hangi erkek dayana bilirdi.
"Ne oldu?" diye sorduğumda elindeki tabağı masaya koyup bana yaklaştı. Tam burnumun dibinde durdu. Bu kadar yakınlık iyi değildi sonuçta üstümde sadece bir badi vardı. Ben onu tuzağa düşüreyim diye düşünürken o beni gafil avlıyordu. Bu yakınlık nefesimi bile kesebilirdi. Nefesini dudaklarımda hissedeceğim kadar yakındı. Bana böyle ne yapıyordu? Bu hiç adil değil. Burada çekici olan taraf ben olmalıydım. O egosu yüksek, gerçi hakkını yememek lazım oldukça da çekici adamdı. Bu kurduğum cümle biraz çelişkili oldu ama.
"Hiç sadece evimde bir kadın olmasına alışık değilim" dediğinde şok olmuştum. Yani küçük beyimiz eve fazla kadın getirmiyor muydu? Oysa tipi buna müsaitti. Ağzı da iyi laf yapıyor. Kadınlar sever böyle erkekleri. İsmini bilmediğim şahız Allah’ın boş gününde yarattıklarındandı. Her şey tamam ama içi boş… Ruhsuz, kendi isteklerine öncelik veren birisine benziyordu. Tekrar tezgaha döndüğünde masadan kalkıp tezgaha oturdum. Dişe diş kana kan madem kendi de savaş istiyorsa ben varım o zaman. Egomu biraz okşamam lazımdı. Gerçi benim bir şey yapamama gerek bile kalmıyordu. Kendisi çorap gibi sökülüyordu. Bana böyle kedi yavrusu gibi bakması da işe yaramıyordu. Demek diğer kadınları da böyle tavlıyor ama ben sert erkeklerden hoşlanıyorum yani yanlış numara, yanlış kadın. Belki kendi içinde düşüncelerimi sorgulayanlar olur diye şuraya not düşüyorum. Hayatım da çok erkek tanımadım. Yani sert severim derken yanlış anlaşılmasın. Onunla dün gecenin birkaç karesine dayanarak bunu söylüyorum. Hani kolumdan tutunca söylediklerim var ya. Anladınız siz…
"Ne yani bu eve gelen ilk kadın mıyım?" Bir anda içimde hissettiğim o duygunun etkisiyle sorduğum bir şeydi. Gururum okşanmıştı. Sonuçta bir şeyler de ilktim. Bu da fena sayılmazdı. Beyaz mermerin üstünde petrol mavisi popomu bile güç bela kapatan bir badiyle otuyordum ve sorduğum soruya bak. Şansımı zorladığımın farkındayım. Madem o benim nefesimi kesiyor biraz da o zorlansın bakalım. Ayaklarımı hafiften sallayarak onun bakışlarına masum bakışlar atmaya çalıştım. Bu işe yarardı.
"Evet ve benim kıyafetlerimi de giyen ilk kadınsın" kendimi o an özel hissetmiştim. Niye onun ilki olmak bana bunları hissettiriyordu. Egom tavan yapmış hatta almış başını gidiyordu. Sonuçta bu eve gelen ilk kadınım otel de falan olsaydım herkesleşecektim. Bir de kıyafet meselesi o bana vermedi ki ben kıyafetlerimi bulamadığım için habersiz aldım. Burada ilk olabilirdim ama dışarıda herkestim ve buda benim nedenini bilmediğim bir şekilde kanıma dokunuyordu. Aptal kafam sus, sus...
"Dün gece yattık mı yani seviştik mi?" diye sordum cevabını bilmem gereken bir soruydu. Ben ne olduğunu hatırlamasam da onun ağzından çıkan her şeye inanacaktım. Yani inanmam gerekiyordu aramızda dün geceyi hatırlayan sadece oydu. Bu soruyu sormak bile beni utandırıyordu. Karşımda ki adam bir anda kahkahayı basmıştı. Sorduğum soruda tekrar bakıp komik olan bir yer arıyordum ama bulamadım. O zaman bu adam neye gülüyordu? Pişmiş kelle ne olacak. Yine de kendimi onu izlerken bulmuştum. Gülerken yüzünün her hareketini izledim. Mimiklerini kafamda yavaşlattım. Yaptığım doğru bir şey değildi ama hangimiz her zaman doğru yapıyorduk ki. Üç yanlış bir doğruyu götürecekse buna razıydım.
"Yatmanın ne demek olduğunu biliyorum ayrıca sen ismini bilmediğin ve tanımadığın herkesle yatar mısın?" diye sorduğunda bu soru beni gülümsetti. Önce başımı eğit önüme baktım. Biliyorum şuan meraklı bakışla ağzımdan çıkacak bir kaç kelimeyi bekliyordu. Kafamı kaldırdığımda düşündüğümün tam olarak da doğru olduğunu gördüm. Gülüşü yüzünden silinmişti. Daha ciddi bakıyordu. Bu hali daha bir çekiciydi. Yüzünün kasları geriliyordu. Bu ona ayrı bir hava katıyordu. Üzerine daha fazla anlam yüklüyordu.
"Genelde hayır sadece istisnai durumlarda veya çok sarhoş olduğumda" dedim. Yine yüzünde o gülümseme beliri verdi. Başını iki yana sallayıp işine döndü. Beni diğer kızlar gibi bilsin şimdilik gerçek yüzümüzü görecektir. Gerçi ne zaman görme vakti olacaktı ki? Bu günden sonra beklide hiç görüşmeyecektik.
Beni görmese de kaşımı kaldırıp başımı hafifçe yana eğdim arkadan onu süzdüm. İşine o kadar odaklanmıştı ki onu izlediğimi fark bile etmedi.
"Benimle yatmadın" deyip elindeki tabağı masaya götürdü. Bu neydi şimdi? Tamam, beklediğim şey buydu ama... Böyle söylemesini beklemiyordum. Pes mi etmişti? Bu kadar çabuk mu? Kesinlikle bana göre bir aday değildi. Ben birbirimizle biraz daha oynarız diye düşünmüştüm.
"Yani seninle sevişmedik mi?" diye sorduğumda gülerek masaya dayanmış bana bakıyordu. Tamam, itiraf ediyorum saçmalamakta çığır açmıştım. Bir birimizi süzmeyi hala bırakamamıştık. Bana yemek gibi bakmaktan vazgeçmemişti. Tamam, birazcık güzel olabilirdim. Etraftaki herkes beğene de bilir ama ben pekte kendimi beğenen biri değildim. Sonuçta herkesin iki gözü bir burnu var. Tek farkı göz rengim… Dayı denen adamda gözlerimize hayranlıkla bakardı. Sonuçta orijinal rengimizdi. İlk dikkat çeken şey göz rengimizdi ve buda ekstra bir avantajdı. Erkeklerin ilgisini çekiyor muydu? Evet, benim içinde bu yetiyordu. Ölürlerken de son gördükleri şey bu mavi gözler oluyordu. Gerçi annem veya babamda renkli gözlü değillerdi ama demek ki aileden gelen bir güzel detaydı. Buradan bütün kızlara sesleniyorum. Renkli gözlüyseniz avantajlısınız kızlar.
"Yatmak kelimesinin anlamanı bildiğini sanıyordum ama hayır sevişmedik" dediğinde rahatlamıştım. Yüzü bir anda düştü. Ne yani yapmadığımıza pişman mı olmuştu? Bu ne bir anda yüzü çarşamba pazarına döndü. Adını bile bilmediğim bir adam hakkında ne kadar da çok şey düşünmüştüm. Gerçekten ya ismini daha bilmiyordum. Ama evine girmiş yatağında uyumuş, şimdide kısacık bir badiyle tezgahın üstünde oturuyordum. Bu bir erkek için zorlayıcı olsa gerek. Ha bir de şu gerçek var az önce ki sıraladığım şeyleri sadece ben yaptım.
"Hadi kahvaltıya" dediğinde ikiletmeden tezgahtan inip karşına oturdum. Aşçı falan olmalıydı çünkü hazırladığı her şey çok güzeldi. Sofraya biraz bakındım. Farkına varmadan dudaklarımı dişledim. Onunla göz göze geldik ve bu yaptığım şeyden vazgeçtim. Elinde çatalla bana bakakalmıştı. Dona kalmıştı resmen, gözlerimi kaçırdığımda bakışlarını benden aldığını umarak bekledim. Bakamıyordum da ya yine göz göze gelirsek bu sefer gözlerimi kaçıra bilecek miyim? Üstelik bana öyle bakarken. Allah'tan karşı taraftan çatal sesi geldi de rahatladım. Odak noktam bir anda kahvaltı masası olmuştu çünkü midem guruldamaya başlamıştı.
Tabağıma biraz omlet koydum. Yumurtayı normalde sevmezdim ama omlet harika görünüyordu. Ağzıma bir parça attığımda farkında olmadan ağzımdan beğenen bir mırıltı çıkardım. Hatta bu hayatımda yediğim en güzel omletti. Ama her şey onunla göz göze gelene kadardı. Elinde ki çatalı tabağında ki peynire batırmış bana bakıyordu. Gülümsemesinden yine yanlış bir şeyler yapmış olabileceğimi düşündüm. Ne var yani biraz fazla beğenmiş olabilirdim. Kurt gibi açım sonuçta eve gelen misafire de böyle yapılmaz ki. Önüme dönüp daha kibar yemeye başladım. Öküz ya rahatça yemek bile yiyemiyordum. Kaşımın üstünden onu dik dik baktım.
Kahvaltı bittiğinde yukarıya çıkıp kıyafetlerimi aramaya başladım. İzinsiz dolapları falan karıştırmıştım. Sorun olacağını düşünmüyordum çünkü bu kısacık şeyle rahat edemiyordum. Sanki onu baştan çıkartmak için böyle dolaştığımı düşünecekti. Aslında bacaklarım da fena görünmüyordu. Aynada kendime baka kaldım. Dağınık saçlarımla bana fazla bol olan badiyle felaket görünüyordum. Gözlerimin önüme düşen saçlarımı geriye doğru attım. Bu halde düşündüklerimde saçma çocuk beni böyle nasıl beğensin ki. Tabi kafasına saksı falan düşmediyse… Bu halimle ben bile kendimi beğenmiyorken beni nasıl birisi beğensin hem de erkek.
Yaren ve Selim meraktan çıldırmışlardır. Bu ilk gece evde kalmayışım değildi. İlk habersiz gece eve gelmeyişimdi. Hep haber vermiştim ama bu sefer... Mecbur yalana başvuracağım. Her zaman ki gibi… Ama Yaren’in dilinden kurtulamayacağım.
"Çamaşırların makina da" dedi bir ses bu ses beni kendime getirmişti. Kapıya dayanmış beni izliyordu. Yüzünde ufak bir tebessüm yakaladım. Tekrar önüme gelen saçları yine geriye doğru götürdüm. Muhtemelen bu esnada da badinin boyu biraz daha kısalmıştı. Hiç bir şey söylemeden banyoya geçtim. Öküzüm ya çocuğa hiç bir şey söylemeden cevap bile vermeden öylece kaçtım. Kıyafetlerimi makinadan alıp giyinmeye başladım. Bende kıyafetleri dolaplarda arıyorum. Ayarsızım ya kıyafetlerin makinede olabileceğini kestiremedim tabi. İçeriden ses duyduğumda hala gitmediğini anladım.
"Sana kendimi tanıtmadığım için özür dilerim adım Yağız aslında dün gece söylemiştim ama muhtemelen onu da hatırlamıyorsundur “aklıma bir anda bu isimle ilgili anılar geldi. Kesik, kesik şeylerdi. Film şeridi gibi… 'Yağız' diye bağırışımı hatırlıyordum. Bu ses beynimde yankılanıyordu. Bir tını gibi bir anda yükselip yavaşça azalan bir sesti. Bağırmadan daha çok yardım çığlığı gibiydi. Üstümü hızla giyinip banyodan çıktım. Yağız yatağa oturmuş bir halde benim çıkmamı bekliyordu. Bana dün geceyi anlatmasını istemiştim ama bu saatten sonra emin değildim. İçimdeki bir ses bunun pekte iyi bir yere gitmediğini söylüyor. Köprüden önceki son çıkış olduğunu biliyorum ama kararsızlıkla da yaşayamazdım. Aklımda bin bir tane soru olacaktı en iyisi her şeye bir netlik kazandırmaktı.
"Dün gece ne oldu ben neden bir şey hatırlamıyorum?" diye sordum ciddi bir şekilde sormuştum. Bu sefer cevap vermesini bekliyordum. Ciddi bir cevap... Başından savılmasını hiç sevmezdim. Neden bir şeyler hatırlamıyordum. O kadar çok mu içmiştim? Damla'nın olayından sonra iyice ipleri kaçırmıştım. Bu halde devam edemezdim. Bu sefer değil ama bir gün sert duvara çarpmaktan korkuyordum. Kardeşim için kendime çeki düzen vermem lazımdı. Yağız'ın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.
"Dün gece seni o virane yerde bulduktan sonra ne kadar gitmemi istesen de seni orada bir başına bırakamadım. Yakınlarda ki o yerin en pis kulübe girdin, benim tüm uyarılarıma rağmen. Sonrası da bilindik şekilde işte sarhoş oldun ve bende evime getirdim." Dediğinde aklımda kesik kesik anılar belirdi. Benim Yağız ismini zikretmem geldi ilk başta aklıma ve sonra bingo her şey yerli yerine oturmuştu.
Hatırlıyordum, ama yalnızdım. İlk aklıma gelen şey Yağız’ın kasığına tekmeyi bastıktan sonra oradan uzaklaşmamdı. Ay birde öyle bir ayrıntı vardı. Çocuğun kasıklarına biraz sert davranmıştım. Hikayenin o ayrıntısını herkes biliyor zaten asıl olay bundan sonra başlıyordu. Yanımda Yağız yoktu beni kulübün girişinde uyarıp gitmişti. Beni orada tek başıma bırakıp gitmişti. Gerçi hatırlıyorum da çocuğu kovmaktan beter etmiştim. Yağız gittikten sonra bara gidip içtiğimi hatırlıyorum. Her şey o andan sonra başlamıştı. Kendimi kaybedip piste çıkmıştım. Ondan sonrası tam bir fiyasko haline gelmişti. Ellemeler, tacizler... Ayık kafa da olsaydım bunların hiç biri olmazdı. En son hatırladığım şey adamın birisinin kalçamdan tutup beni kabinlere sürükleyişiydi. Kabine girdiğimizde ayakta zar zor durabiliyordum. Oda küçüktü sadece yatak vardı. Tek bir şey için düzenlendiği belliydi. Odayı süzmeyi bırakıp arkamda ki adama döndüğümde soyunmaya başladığını gördüm. Ben ne yapıyordum böyle burada olamamam gerekirdi ama bunu düşünmek için baya geç kalmıştım. Çıkmak için çırpındım ama sesim müzikten duyulmuyordu bile. Adam beni yatağa attığında çok küçük bir şey hatırlıyordum büyük bir gürültüyle kapı açılmıştı. Sonrası koca bir boşluktu gerisini hatırlamıyordum.
Sabah uyandığım da yatak da yatıyordum. Ama merak ettiğim şey Yağız neden olayları eksik anlatmıştı. Benim hatırladığım gibi değildi anlattıkları. Doğruları ona söylemek yerine başımı sallayıp söylediklerini onayladım. Belli ki beni zor durumda bırakmak için söylememişti. Şuan bile kendimden iğrenmiştim. O adamın bana dokunduğunu düşününce. Eve gider gitmez banyoya girmem lazımdı.
Başka soru sormadım. Söylediklerinin yalan olduğunu bile bile dinlemek istemiyordum. Yağız da hiçbir şey demeden odadan çıktı. Tam isabet oldu. Daha fazla şey duymak istemiyordum. Oda da tek başıma kalmıştım. Yatağa oturdum. Dünü mü ve bu günü mü düşündüm. Bir an önce eve gitmek istiyordum. Yatağın kenarında vestiyerin üzerinde duran telefona baktım. Korkudan telefona bile bakmak istemiyordum. Eminim bir sürü cevapsız arama vardır. Şu anda bunlarla uğraşmak istemiyordum.
Kıyafetlerimi toparlayıp odadan çıktım. Yağız mutfakla uğraşıyordu. Ses çıkarmadan biraz onu izledim. Hayatımı kurtarmıştı. Ona ne kadar teşekkür etsem azdı. Ama burada durup bunu düşünmeyecektim ve teşekkür de etmeyecektim. Çünkü hatırladığımı bilmiyordu. Bilmesine de gerek yoktu çünkü bir daha karşılaşmayacaktık. Sessizce evden çıktım. Kapıyı kapatmadan önce etrafa baktım ve sessizce kapıyı kapattım. Veda etmemiştim, ne diyeceğimi bilmiyordum. Yolun ilerisinde bir taksi çevirdim. Burada kalmanın sebebi yoktu. Bir daha görmeyeceğim adama niye veda edecektim ki? Ama yine de ‘teşekkür ederim hayatımı kurtardın bunu sana söyleyemezsem de teşekkür ederim gece karası gözlü adam’ istemsizce iç sesime güldüm.
Evimin önüne geldiğimde anahtarımla kapıyı açtım. Saat on civarı falan olmalıydı. Sessizce içeriye girdim. Yaren üçüncü dünya savaşı falan çıkarmıştır diye bekliyordum ama sanırım bu sessizlikte ölüm sessizliğiydi. Öylece durup duyduğum ufak sesleri dinlemeye çalıştım ama hiç ses gelmiyordu. Anahtarımı kapıdan çıkartım ve yavaşça çantama koydum. Planım eğer Yaren beni uyandırmaya gelmediyse yani yokluğumu fark etmediyse sessizce odama girip yatağıma girip uyuyor numarası yapmaktı. Umarım yokluğumu fark etmemiştir. Üs kattan ayak sesleri duyduğumda irkildim. Tam adımımı atıp içeriye girecekken, yakalandım. Bir insanda başta şans olmalıydı. Ben de olmayan bir şeydi gerçi ama şans kısmı önemliydi.
"Hadi çıkıyoruz güzellik “diye yukarı kattan bir ses bana dendiğinden şüpheliydim. Etrafta kimse yoktu. Keşke pencereden girseydim neden kapıdan girerek kendimi tehlikeye attım ki. Böyle zamanlarda bir 'B' planım olmalıydı. Zira Yaren'i ayakta uyutamıyordum. Sanırım yalanlarıma kanmayan tek kadındı. Sessiz adımlarla içeriye girmeye çalıştım ve ikinci denemede başarısız. Demek ki neymiş bundan sonra pencereyi deneyeceğiz Allah'tan pencerelere falan demir parmaklık taktırmıyor da şansımızı orada deniyoruz.
"Hey sana diyorum. “dedi gelen sesle istemsiz olarak yukarıya baktım. Yaren ceketini giymeye çalışıyordu. Buda neydi şimdi? Bana kızmayacak mıydı? O öfkeli bakışlar, bağırmalar karşısına alıp bir sürü sıkıcı öğütler hiç biri yok muydu? Bir de ödül gibi dışarıya mı çıkaracaktı? Ya üçüncü dünya savaşı... Bunların hiç biri yok muydu? Neden herkes bu gün çok kolay bir şekilde pes ediyordu? Yola gelmez dediğim bile pamuk gibi sakindi. Bu gün altın günüm falan olmalıydı. Tarihe geçilecek bir gün ama hiç dışarıya çıkmak istemiyordum. Yolda eve gelene kadar sıcak bir banyo hayaliyle yanıp tutuşuyordum. Bu teklifi geri çevirebiliyor muydum?
"Bana kızmayacak mısın?" diye sordum en masum halimle bakarak ama o bakışlar yırtamayacağımı hissettiriyordu. Bakışlar bölümüne geçtiğimize göre az önceki saydığım felaketlerde yakında başıma gelirdi. O öfkeli bakışlar başımın çok büyük bir şekilde dertte olduğunu söylüyordu. Benim bir tanecik kurtarıcım neredeydi. Bu sefer tek başıma işin içinden çıkamayacak gibiydim. Selim neredesin? Help me!
"Niye kızayım ki tatlım" dediğinde şok olmuştum normalde bu kadar sakin olmazdı. İçimde bir anda sevinç tohumları yeşerdi. Bana kızmamıştı. Bu kadar bakışı da razıydım. Sonuçta benim sorumluluğum onlara aitti her ne kadar istemesem de. Çocuk değilim, birilerine emanette edilmem şart değil ama bir aile dışarıya daha normal görünmemizi sağlıyordu. Normal bir aile, normal bir çocuk… Yaren'e bakarken bir yandan da gülümsüyordum. İçimden sevinç nidaları atıyordum. Arkasından gelecek sözü beklemeden sevindim ama erken olduğunu hiç tahmin etmezdim. Ceketini giymişti, korkuluklara tutunarak hafif aşağı doğru eğildi.
"Hadi okula gidiyoruz kaydını yaptırmaya" artık niye kızmadığını anlıyordum bu yaptığı resmen cezaydı. Aklına gelen en büyük ceza bu muydu? Sabaha kadar iyi düşünmüş çünkü harika bir infaz şekli. Beni çocuk gibi neyle cezalandırıyordu. Okula gitmek istemiyordum. Bunu kaç kere konuşmuştuk. Yeterince dil eğitimim vardı ve dünyanın en iyi hocalarından ders aldım, pardon aldık. O dersleri Damla'nın ısrarı üzerine aldım. Çünkü görev icabı yurt dışına da çıkıyorduk. Ve aksanımız yerli aksanı olduğu için pek göze batmıyordu. Pasaportta da sıkıntımız yoktu. Sahte pasaport bulmak bakkaldan su almaya benziyordu. Her seferinde başka biri oluyorduk. İyi bir turist olduğumuz için. Yani devlete çok para bırakıp ve işimizi bitirip ayrılıyorduk. İki taraf da mutlu ve karlı... Yaren'in hafif bir öksürüğü ile kendime geldim. Evet, neydi konu hiç sevmediğim okul. Yeterince şey biliyordum ve öğrencilik hayatı bana göre değildi. Başta çanta taşımak bile istemiyordum. Tek sorunumuzda bu değildi. Kalabalıkta kötüleşiyordum. Bu üstümde kalan bir travma gibiydi. Kalabalık, bu nöbetleri tetikleyen bir etkendi.
"Ama..." dedim yine o masum bakışı yüzüme takarak ama bundan kaçışım yoktu sadece son kozlarımı kullanıyordum. Bu bile işe yaramayacaktı. Bu olmayacak duaya amin demek gibiydi. Bitmeyecek bir dejavu gibiydi. Yaren beni okula yazdıracaktı ben okuldan kaçacaktım. Yaren bana kızıp öğütler verecekti. Olacakları şimdiden görüyordum. Olan yine Yaren'e olacaktı çünkü hep bana kızdığıyla kalıyordu. Bana vereceği en büyük ceza okuldu ve bunu o da biliyordu. Bu yüzden her hatamın cezası okuldu.
"Aması falan yok Su okula gideceksin" böyle kesin konuşmasını sevmiyordum. Beni koruyordu bunu biliyorum ama ben bunlara alışık değildim. Yanımda beni önemseyen birisi olmasına alışık değildim. Ben buraya Damla'yı bulmak için gelmiştim. Her ne kadar bunu ona söylemesem de. Sadece sağlık açısından buraya getirildiğini söylemiştim. Bu kadar bilgi yeterliydi. Fazla bilgi fazla tehlike demekti.
Yarenlerin yanımda olmaları iyi mi kötü mü ona tam karar veremedim. Birisine bağlanmak tehlikeli çünkü seni aşağı çekiyor zayıf noktan oluyor. Savaşa baştan yenik başlıyorsun yani. Peki Yaren ve Selim benim zayıf noktam mıydı? Sanırım bu sorunun cevabını bana ilerleyen zaman gösterecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİN YILIN ŞAFAĞI (TAMAMLANDI) #Wattys2018
Romansa"Beni kullan!" dediğinde ne demek istediğini anlamamıştım. "Onu kendinden uzaklaştırmak için beni kullan bu sevgililik oyununa yanında devam edelim. Bırak bizi sevgili sansın. Böyle olursa senide rahat bırakır." aslında güzel fikirdi ama bu tehlikey...