Herkese merhaba :) yeni bölümü getirdim size ama kısa biliyorum... Bunun için bana kızmayın lütfen, emin olun elimde yazmak için vakit yok. Tatil olduğu halde ders çalışıyorum, onun haricinde arkadaşlarıma ve aileme vakit ayırmaya çalışıyorum. Yeni bölüm ne zaman gelir emin olun bilmiyorum. En kısa zamanda paylaşmaya çalışıcağım. Bu bölüm başından belli kitabımı okuyan, her koşulda yanımda olan canım okurlarıma gelsin ! Sizi seviyorum...
İyi okumalar...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
"Hira, iyi misin ?" Sesin geldiği yöne baktığımda Ezranın endişeli bakışlarını gördüm. Dizlerinin üzerine çökerken, elleri yanaklarımı kavradı. Göz altlarımı silerken, ağladığımı yeni fark etmiştim."Bir şey mi oldu ?" Sert yüz ifadesi eskisi gibi beni ürkütmüyordu. Alışmıştım sert bakışlarına, alaylı tavırlarına, umursamaz gibi görünüp, her şeyi kâle almasına.
Boğazımdaki yumruyu gidermeye çalışırken başımı iki yana salladım. "Gidelim mi ?" Dedim sesimin titrememesi için çaba sarfederken. Ayağa kalkıp ellerimi tuttu. Kendine doğru çekmesiyle oturduğum yerden kalktım. Eli belimi sararken, çıkışta bekleyen arabaya yöneldik. Araba hareket etmeye başlarken, kafamı cama yasladım.
Yumruk kadar bir kalbi vardı kalbi kırık küçüğün, ama dünya kadar şey sığdırmıştı içine. Küçücük yaşta kim bilir ne acılara misafirperverlik etmişti minik kalbi. Kim bilir nelere seyirci kalmıştı o gözler. Dünyanın acımasızlığını neden küçük kalpler ödüyordu ki !
Elimde oluşan ıslaklıkla, ağladığımı fark ettim. Ellerim istemsizce gözlerimi kurulamaya gittiğinde, daha fazla ağlamaya başladım. Ezranın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Çok geçmeden kolumdan çekilip bir göğse hapsedildim. Ezranın sert parfümü ile harmanlanmış kendi kokusuna sığınırken, ayaklarımı altıma aldım. Saçlarıma konan öpücüğü hissederken, gözlerim kapandı.
Bu göz yaşlarım sadece Meyra için değil, dünyanın adaletsizliğine mahkum bırakılıp, bileklerine çaresizliğin kelepçesi vurulan insanlar içindi de. Kalplerinin onca katı acıyı yüreklerine ve dillerine hapsetmiş, kaderin ağına düşmüş insanlar içindi.
Ezranın derinlerine kadar aldığı nefesi hissederken, fısıltı şeklindeki sesini işittim.
"Bana ne olduğunu anlatacak mısın ?" Sabırsızlıkla harmanlanmış anlayışlı sesinin ardından elleri ellerimi tuttu. İlacına kavuşmuş hasta gibi gevşeyen bedenimle ayaklarımı arabanın zeminine indirdim. Kafamı omuzumdan kaldırmadan boğazımdaki yumruyu yok sayarak konuşmaya başladım,
"Hediyeleri dağıtırken, ağaçların altında oturan bir kız çekti dikkatimi..." Derin bir nefes alıp devam ettim, "Gittim yanına oturdum. Adım Meyraymış.... İpek gibi uzun sarı saçları vardı. Biçimli surat ifadesi, çatık kaşları ile o kadar güzeldi ki. Konuşmaya çalıştım..." Kafamı kaldırıp baktım gözlerine. Boş bakıyordu kahveleri. Ama biliyordum, hissediyordum her ne kadar boş baksada kulaklarımın altında atana kalbin her bir ritmi dile gelmiş anlatıyordu hissettiklerini bana.
"Ezra, o kızın küçücük kalbi o kadar karatılmış ki ! İnsanlara ve mutluluğa olan inancı kalmamış. Küçücük yaşta belki ama orada bulunan bir çok yetişkin insandan daha olgundu. Bana o kadar ağır şeyler söyledi ki, canımı yakan sözleri değil, sözlerinin gerçekliği oldu." Kafamı sert gövdeye tekrar yasladım.
"Bazılarımız hayatın oyununa ya çok erken yada çok geç geliriz. Yaşadıklarımız bize yön verir. Hatalarımız, doğrularımız, acılarımı bizi olgunlaştırır. Ya kalemi eline alıp sen yazacaksın oynayacağın hayatı, yada kalem kimin elindeyse onun yazmasına izin vereceksin. Olurda değiştirmek istersen bu oyunu kalemin ucunu kırıp, alacaksın silgiyi eline." Donuk sesi ile söyledikleri tenimdeki ürpertiye sebep oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şebefruz
Ficción GeneralEzra Erdem, karanlığın adamı değildi. O tam olarak karanlığın kendisiydi. Bizim hikayemiz toz pembe değil, grinin en sisli haliyle başlamıştı. Babamın borcuna karşılık, Türkiyenin gelmiş geçmiş en acımasız mafyasına verilmekti kaderim. Çok ilkel...