24-Taksim Meydanı

6.5K 335 53
                                    


Multimedya: Eva 

Asaletim sadece aşkının tapınağına girdiğimde olacak içimde. Bir gün yıkılırsa bedenim başka ülkelerin çamurlu bedenlerinde: Bil ki bütün denizleri ayağına dökeceğim.

(Romeo ve Juliet/ William Shekespeare)

"Kız Kulesine kesinlikle gitmeliyiz! Altan baksana şu güzelliğe! Marmaray'a da bineriz değil mi? Ortaköy' e gitmeliyiz. Gülhane'ye gitmeden İstanbul'dan gitmem. Bileklerimi keserim yine gitmem! Balık ekmek de yiyelim mi?" diyerek bağırdım. Arabada hoplayıp zıplıyor bir Altan'ın tarafına gidiyordum bir de kendi tarafımdan bakıyordum. İstanbul'da her yere gitmeliydim. Altan bana çıldırmışım gibi bakıyor, gülümseyerek yola sessizce dinliyordu. İstanbul fazlasıyla güzel bir şehirdi- trafiği hariç- bundan mütevellit cama yapışmakta haklı buluyordum kendimi

Altan yüzünden denizi tam göremiyordum, onun üstenden bakamayacağıma göre de hemen arka koltuğa geçtim. Bu hareketimi çocukça bulan Altan kesinlikle bu yüzden kahkahayı basmıştı, bunu biliyordum.

Burası sanırım Üsküdar'dı. Yani en azından öyle tahmin ediyordum. Altan'a sormadığımdan dolayı tahminlerde bulunmak durumundaydım. Cama öylesine yapışmıştım ki gözlerimi denizden alamamıştım. Bu şehir kesinlikle çok güzel bir yerdi fakat yaşamak için bir hayli zor olan yerlerden biriydi. Sahilde arabayı sürerken yolda yürüyen insanların dertleri tasları yok gibiydi. Hafif hafif yağan karı önemsemeden kahkaha atıyorlar, üşümüyormuşçasına eğleniyorlardı. Yağan kara inatla tepede yalancılıkla gülümseyen güneş ortamı neşelendiriyordu.

Altan arabayı kenara çekip durdurduğunda cama bakmaya bırakıp öne geçtim. Cidden kendimi çocuk gibi hissediyordum. Ön koltuktan arka koltuğa geçmeyi en son yedi yaşındayken falan yapmıştım. Bu şehir beni çocuklaştırmıştı. İnsanın ruhunda köşeye çekilen o çocuk sayesinde belki de bu kadar mutluydum. Herkesin ruhunda bir yerde o çocuksu ruhu bulup çıkarmalıydı.

"Ne oldu? Niye arabayı durdurdun?" dediğimde Altan arabadan montunu alarak çıktı. Dışarıda montunu giyerken ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Kapımı açtığında üzerimde olan monttan dolayı biraz terlemiş olsam da vücut ısımın normale ulaştığını söylediğinden dolayı dışarıya çıkmamda bir sakınca yoktu. Olsa da ne olurdu zaten? Yanımda doktor vardı yahu!

"İçeride öylesine heyecanlandın ki dışarıda olursan belki daha mutlu olursun diye biraz dolaşalım dedim." Dediğinde ağzım kulaklarıma varmıştı. Bu adam ne ara bu kadar düşünceli olmuştu? Ya da bu kadar düşünceliydi de ben mi farkına varamamıştım? Altan'da kesinlikle büyük değişmeler seziyordum.

Cebinden çıkardığı şapkamı başıma yerleştirip boğazımdaki gevşemiş atkıyı düzeltti. Benim şapkam ne ara onun cebine gitmişti bilmiyordum. Ardından uzattığı eline ardından yüzüne bakıp düşünmeden elini tuttum. Ben bu yüreği güzel adamla ölüme gidelim dese düşünmez giderdim. Eldivenli elimle çıplak eli arasında herhangi bir şey yoktu fakat benim bakışlarım istemsizce ellerimize kayıyordu. Hafif karlanmış kaldırımda yürümeye başladık. Denizin karşı taraftan esen poyraz İstanbul'u soğutuyordu ama benim içim kıpır kıpırdı.

"Buraları yazın gör, turist kaynar. Her yerde insanlar olur. Gecesi daha bir güzeldir, ılık İstanbul havasına karşı boğazda oturup sıcak bir çay içmek birçok insanın hayalidir." Dediğinde Altan'ı büyük bir dikkatle dinliyordum. Hava çok soğuk değildi ama benim yaşamış olduğum soğuk hava ile olan kaşır neşirlik sonucu beni kat kat giydirmeye yemin etmiş, tüm kışlıkları üzerime geçirmişti.

"İstanbul'da mı doğup büyüdün?" dediğimde anlatmaya hevesli bir şekilde başladı Altan.

"Aslında İstanbul'da doğmadım. İzmirliyim. Ama görevlerdi, iş güç derken tüm Türkiye'yi gezdim ama akılda kalan şehirlerden biri de İstanbul oldu." Diye hüzünle baktı denize.

Gökten Düşen Aşk Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin