Bu bölüm, hikayeyi dördüncü bölümden 1K yapan küçükte olsa, okuyucu topluluğuma gelsin. Hepinizi seviyorum.
Keyifli okumalar!
*
İkilemler.
Hayatımızda yaptığımız çoğu seçimlerin nedeni bir ikileme bağlıydı, iki şart. Birinden birini seçme şansı bize sunulduğunda kuşkusuz her zaman doğruları mı seçiyorduk?
Ölüm ya da yaşam...
Çoğu kişi yaşama tutunurken ikilem arasında kalan ruhum, ölüm seçeneğini seçmekte ısrarcı gibiydi. Herkes ölürken beyaz bir ışık gördüğünü söylerdi, fakat benimkinde karanlıktan başka bir şey yoktu. Ölürken bile beyazı göremiyor, ona erişemiyordum.
Ölüm ya da yaşam...
İkilem, iki seçenek.
Ölüm yada yaşam cümlesinin içinden ya da bağlacını kaldırdığınızda ruhu benim gibi yaralı binlerce insanın nefes alışverişini duyabilirdiniz. Çünkü, bir insan yaşarkende ölebilirdi. Hemde nefes aldığı her saniye.
Ruhuma acı fısıldayan tüm seslerin zihnimin duvarlarında yankılanarak ruhuma çarpmasından fazlaca yorulan bedenim, yavaşça kendini karanlığa bırakıyordu sanki.
Herkes ölümü soğuk bir beden ve ruh tarafından terk edilen bir et yığını olarak düşünürdü fakat ben ruhumun yaralı haliyle de özgürlüğe koşacağı o günü iple çekiyordum. Tıpkı şuan gözlerimin önünde ki parlayan şeye gözlerimi tamamen yummak istediğim gibi.
Çürük zihnimde dönüp dolaşan sorular, sesler ve görüntülerin tümü birleşmesine rağmen ortaya düzgün ve sağlam bir tablo çıkaramıyordu. Neredeydim, bana ne olmuştu?
Kısık gözlerimi yavaşça aralayarak parlak ışıktan kaçırdım ve etrafta göz gezdirmeye başladım. Sanki her yer bembeyazdı öyle ki gözlerim sulanmıştı. Derinden gelen sesler netleştiğinde baş ucumda kesik kesik öten cihaza baktım. Kırmızı çizgiler gayet yerinde ve düzenli bir yol çizerek ilerliyordu. Demek ki daha yaratıcımla kavuşamamıştım.
Burnumu ve tüm çenemi kaplayan yeşil maskeye elimi uzattım ve tek seferde çekerek aşağıya indirdim. Burnuma dolan hastane kokusu, zihnimin biraz daha açılmasına neden olmuştu.
Gözlerimin önünde bölük bölük uçuşan resimler beni o anları hatırlamaya zorlamıştı bir an. Sahiden ne olmuştu bana?
Yavaşça doğrulduğumda yan tarafımda ki siyahlığa irkilerek baktım.
Arşad...
Kahverengi kanepede kucağında ki siyah kaplı kalın dosyayla uyuyakalmıştı. Uyuşuk gözlerimle yüzünü taradım. Biçimli kaşları ve hafif uzun kirpikleriyle masum bir erkek çocuğunu andırıyordu. Kollarını çaprazlayarak boynunu içine gömmüştü ve derin derin nefesler alıyordu. Dudaklarımda istemsizce beliren tebessümü hızlıca silen şeyse kucağında kapalı duran dosyaydı.
Kaşlarımı çatarak dosyaya baktım. İlk elini kestiğinde arabada giderken elinde yine bu dosya vardı. Sahiden, ne vardı bu dosya da o kadar önemli olan?
Yavaşça uzanarak elimi dosyaya uzattım. Tam parmaklarımın ucunda duran dosyayı son bir hareketle alacaktım ki sırtıma giren acıyla dudaklarımda acı dolu bir inilti döküldü. Hızlıca kendimi geri yatağa uzatarak derin nefesler almaya başladım.
"Efsa!" Gözlerimi bana seslenen Arşad'a çevirerek dudağımı dişledim. "Efsa, iyi misin?"
Kafamı onaylarcasına sallayarak geriye yatırırken derin nefesler almaya çabalıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GUFRA
Mystery / ThrillerKaranlık ruhlarını bilinmezliğe adayan, geçmiş gibi geleceklerinin de kaybolduğu odalarda yaşamını devam ettiren iki yaralı ruh.