20. BÖLÜM: "KAYIP"

49 11 12
                                    

Kaybetmek.

Bir eşyayı değil.

Bir insanı kaybetmek.

Bir insanı değil kardeşini kaybetmek.

Ve belki de aklını kaybedip, yüreğini yitirmek...

Sevdiğimiz her şeyden ve herkesten uzak mı olmak zorundaydık? Onları kaybetmek bizim için birer ceza mıydı yoksa? Peki biz bu cezayı alacak kadar ne günah işlemiştik? Kime ne yapmıştık?

Hayatımda kendimi en işlevsiz ve en çaresiz hissettiğim sayılı anlardan birindeydim. Aklım, kalbim ve ruhum o kadar birbirine geçmişti ki aynı dakikada yüzlerce şey düşünüyordum. Ama hepsi, bütün bu kafamda dönen ve kafamın içindeki o duvarlara çarpan düşünceler yalnızca tek bir noktada toplanıyordu.

Derin.

Gözlerimden yaşlar boşalırken hıçkırmaya başladım. İçimde kopan bu fırtına ve bu sessizlik beni çürütüyordu.

Ne olmuştu?

'Daha bir saat öncesine kadar Derin hayattaydı?' diye düşündüm kendi kendime.

Dünya üzerinden bir insan nasıl bir saatte yok olabilirdi? Düşünceleri, hayalleri, istekleri ya da dilekleri nasıl bir anda kaybolabilirdi? Dahası bedeni, cesedi nasıl uçup gidebilirdi? Bu imkansızdı...

Ama olmuştu.

O artık yoktu.

"Efsa!"

Bu gök gürültüsü gibi beynimin içinde çakan sesle beraber ellerimi kulaklarıma örttüm. Hiç kimseyi duymak, görmek istemiyordum.

Kimseyi tanımak istemiyordum.

Tanıdığım ve tanıyacağım herkese yabancı olmak istiyordum.

"Efsa..." Onun geldiğini biliyordum, yanımda olduğunu ve beni sevdiğini... Ama şu an onu istemiyordum, yalnızca oturduğum bu hastane kapısının önünde yaşlanmak, ve gerekirse eğer ölmek istiyordum.

"Git." diyebildim sadece. O ise çoktan beni kollarının arasına almıştı.

"Gidemem."

Yaşlı gözlerimi aralayıp etrafıma bakındım; mahşer alanı sandığım yer aslında bir çöle dönmüştü. Ortalıkta birkaç sağlık görevlisi ve polisler dışında pek kimse kalmamıştı. Gün batmak üzereydi ve sanki ben de güneşle beraber batıyordum.

"Zana?"

"Neler olduğunu bilmiyor ama bir şeylerin ters gittiğinin farkında." dedi fısıltıyla. İçime çöken bu ağırlıkla beraber bir nefes aldım.

Az sonra ileriden dönüş yapan gri volvoyla beraber ayağa kalmak için doğruldum. Arşad ise çoktan tepemde dikilir vaziyetteydi.

Zana arabadan panikle indi ve bize doğru yürümeye başladı. Uzaktan nasıl göründüğümüzü bilmiyordum ama yüzümüzde bir ölüm beyazlığı olduğu aşikârdı.

Zana yanımıza vardığında yüzümden aşağı süzülen tek damla yaşı avuç içimle sildim ve gözlerimi Arşad'a diktim.

"Ne oldu oğlum burda?" dedi gözlerini hastanenin harabeye dönmüş tarafına dikerek. "Efsa, ne oldu?"

Gözlerimi yere indirdiğim an bir damla gözyaşı yanaklarımda yeniden bir yola çıkmaya başladı. Dayanamıyordum.

"Arşad," dedi hiddetlenerek. "Bir şey desene abi, ne oldu burda?"

GUFRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin