Pera-Sensiz Ben
''Hayatım parçası kaybolmuş bir puzzle gibi. O kadar eksik...''
Üzerime yağmur damlaları hücum ederken, siper almaya gerek duymadım. İlk kez bir yağmur beni gülümsetmiyordu. Ellerimdeki beyaz karanfiller birazdan çamurla buluşacak ve kirlenecekti. Bu dünyada hiçbir şey aynı kalmıyordu.
Aradan aylar geçmesine rağmen neden intihar edememiştim? Neydi beni engelleyen? Ailem mi yoksa inancım mı?
Yavaşça toprağa dizlerimi koydum ve son gelişimde diktiğim güllerin dallarını sımsıkı kavradım. ''Araf... Bak ben geldim. Biliyorum her seferinde ağlamamdan yoruldun. Ama elimde değil ki...''
Ellerime batan dikenleri umursamadım. Benim kanım topraktan sızıp Araf'a ulaşacaktı. Burada bile varlığını hissettiriyordu güzel suratlım... Kırılan kalbim geride çatlaklarını bırakmıştı ve her defasında acılarım o çatlaklardan sızıyor, varlığını hatırlatıyordu.
Gözlerimi kapatıp başımı yukarı çevirdim. Siyaha boyadığım saçlarımın arasından bir rüzgar esti ve ardından şimşeğin o muazzam ışıltısı kirpik diplerime işledi.
''Üşüyor musun? Oysa beni hep sen ısıtırdın. Ellerim avucunda kaybolurken güvendeydim. Senindim...''
-El ele tutuşmak önceden bana klişe ve gereksiz gelirdi. İki insan el ele tutuşsa da tutuşmasa da ne fark eder, merak ederdim. Ama anladım... Sahiplenme duygusu veriyordu insana. Bunu bana yanımdaki adam öğretmişti. Kirpik diplerinden, tırnak uçlarına kadar sahip olduğum, sevdiğim insan. Araf benimdi... -
Üşüdüğümü hissediyordum. Zirvelerini sevdiğim adam gene kendine bir yer seçmiş ve tepede bir yere ruhunu gömdürmüştü.
Rüzgar şiddetini artırdığında Arsel yanıma diz çöktü ve ''Üşüyorsun. Gidelim.'' dedi.
Burada bir ömür geçirebilirdim. Onun ruhu beni ısıtabilirdi. Varlığı yeterdi...
Hava kararmaya başladığında elimdeki kutuyu her zaman yaptığım gibi Araf'ın başucuna koydum. ''Umarım seni mutlu edebiliyorumdur.'' Başımı gökyüzüne çevirdim. Yağmur damlaları gözyaşlarımı saklamak ister gibi yüzüme damlıyordu. ''Beni görüyorsun. Değil mi?'' O an gökyüzünü aydınlatan bir şimşek ile gülümsedim. Oradaydı işte...
Ayağa kalktım ve mezar taşına öpücük bıraktım. ''Şimdi gitmem gerek birtanem...'' dedim ve üzerimdeki uzun siyah trençkotumun cebine ellerimi koydum.
Arsel birkaç adımda yanıma geldi ve beni kollarının arasına aldı. ''Umarım bir gün senin gibi bir melek benim hayatıma konar.'' deyip saçlarımdan öptü. İyi ki vardı...
...
Siyah örtülerle acılarımı gizlediğim yatağıma uzandım ve başımı uzun siyah perdelerime çevirdim. Bu kapkara dünyamda kendimi güvende hissediyordum. Bana Araf'ı, onun kendini hapsettiği dünyasını hatırlatıyordu. Tıpkı onun odası gibi tavan boyam hariç her eşyamı siyah seçmiştim ve duvar kağıdıma uzun siyah-beyaz çizgiler yaptırmıştım. Siyah çizgiler Araf, beyazlar ise bendim. Orada bile bir şekilde bütünleşmiştik.
Elim kısa siyah saçlarıma gitti. Araf'ın dokunmaya, koklamaya kıyamadığı uzun kumral saçlarım bile intihar etmişti.
Ve ağlayınca, güneşli havalarda yeşillenen toprak kahvesi gözlerim... Peki onlar aynı kalmış mıydı? Araf'ın sevdiği o güzelim gözlerim isyan etmemiş miydi bu gidişe?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
CENNET'TE GÖRÜŞÜRÜZ
Подростковая литератураHani derler ya ''Kasım'da aşk başkadır.'' Aşkın ayı, yılı, yaşı olmaz... Bence en güzel aşklar 'ilk' aşk 'ilk' heyecanlar... Sen ona 'ilkim' dersin, o da sana 'sonum' der ...Hep özenmişimdir çocukluk aşklarıyla evlenenlere... Sadece ona dokunup, onu...