'Kanatlarım var ruhumda...'
Zar zor aralayabildiğim gözlerimle güne merhaba dedim. Bugün Arsel'in İzmir'de son günüydü ve öğlene kadar izin almıştım.
Yüzümü yıkadıktan sonra dolabımdan siyah yazlık elbisemi aldım ve kıyafetlerimi değiştirdim. Saçlarımı taradıktan sonra büyük bir tokayla topladım ve telefonumu alarak odadan çıktım.
Arsel'le otele ait bir kafede buluşacaktık. Oraya gitmek için iki tarafı turuncu çiçeklerle donatılmış taş yolda yürümeye başladım. Deniz tüm ihtişamıyla karşımdaydı ve güneş bütün sıcaklığıyla beni kucaklıyordu. Gülümsedim. Oldum olası böyle havaları çok seviyordum.
Tamamen ahşap olan kafeye girdim. İçeri adımımı atar atmaz vantilatörden gelen soğuk hava önce saçlarımı, sonra da tenimi okşamıştı. Kendimden emin adımlarla denizi gören masalardan birine yerleştim ve Arsel gelene kadar kumsalı izlemeye başladım.
Henüz sabah saatleri olduğu için kalabalık değildi. Gamze şezlongların üzerine yeni havlulardan seriyordu. Erdem ise Mine'ye emirler yağdırmakla meşgule benziyordu. Bir an için izin almamdan vicdan azabı duydum.
Herkes karınca gibi oradan oraya koştururken, benim gözümün önünde bir çift el sallanıyordu. El mi?
''Asya! Duymuyor musun beni?''
Bedenimi tamamen Arsel'e çevirdim. Geniş sandalyesine otururken gözlüğünü çıkardı ve masanın üzerine koydu. ''Kusura bakma dalmışım.''
Duyamayacağımı düşünmüş olacak ki ''Hep dalıyorsun. Umarım bir gün boğulmazsın.'' diye fısıldadı. Boğazını temizledikten sonra ''Umarım kahvaltı yapmamışsındır. Çünkü ben kurt gibi açım ve yemek yerken izlenilmekten hoşlanmam.'' dedi.
Gülümsedim ve açlıktan kasılan karnıma dokunarak ''Çok açım.'' dedim.
Birlikte siparişlerimizi verdik ve sohbet etmeye başladık. Arsel bir süre sonra ciddi bir ifadeye büründü. ''Bir şey soracağım.''
Önüme bırakılan bardağı sağ tarafıma aldım ve dinlemeye başladım. Arsel sessizliğim karşısında konuşmaya devam etti. ''Yahu bu kızlar, kumsal bırakılıp da nasıl İstanbul'a gidilir?''
Önce ifadesiz kaldım. Ardından deli gibi kahkaha atmaya başladım. Bir ara gözlerimden yaş gelmeye başlayınca kendimi zor durdurdum. Gözyaşlarımı silerken ''Bir an ciddi bir şey soracaksın sandım.'' dedim.
Arsel yüzüne çarpık bir gülümseme yerleştirdi ve şezlongda uzanan sarışın bir kızı gösterdi. ''Bak mesela. Böyle meteorlar 300 yılda bir düşüyor dünyaya.''
Kıza alıcı gözüyle baksam bile Arsel'in gördüğü ışığı göremedim. ''Ya sorma...'' diyerek geçiştirdim.
Kız da bu tarafa bakınca Arsel saçlarını düzeltti ve gözlüğünü alıp masadan kalkarken ''Hemen geliyorum.'' dedi.
O havalı bir çıkış yaparken gülümsedim ve ilk tanıştığımız günü hatırlamaya çalıştım.
-
Bir an dengemi kaybettim ve yeri boylayacağımı düşünürken, belimde bir kol hissettim. Yine de yere düşmüştüm.
Yan tarafımda uzanan çocuğa baktım ve bağırarak ''Ne yapıyorsun be sapık!'' dedim.
Çocuk olayın şokunu üzerinden atmıştı. ''Özür dilerim... Yere düşmemeni sağlayacaktım. Fakat ben de denge...''
Çocuğun sözlerini yarım bırakıp, ''Şimdi düşmedim çok sağol !'' dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CENNET'TE GÖRÜŞÜRÜZ
Novela JuvenilHani derler ya ''Kasım'da aşk başkadır.'' Aşkın ayı, yılı, yaşı olmaz... Bence en güzel aşklar 'ilk' aşk 'ilk' heyecanlar... Sen ona 'ilkim' dersin, o da sana 'sonum' der ...Hep özenmişimdir çocukluk aşklarıyla evlenenlere... Sadece ona dokunup, onu...