16.

1.2K 146 17
                                    

☔️☔️☔️

"Jongin! Ben geldim."

Jongin ile yakınlaştığımda bir şeylerin ortaya çıkmaması imkansız gibi bir şeydi. Gerçekleşmesi beklenilen olaylar hayatımızda önemli bir yere sahipken, meydana gelmesi hayli zaman alıyor ve heyecanlandırıyordu. Sıkı sıkıya bağladığım kollarım dahi basılma korkusu ile hızlıca çözülmüş ve iki yanımdan sarkmaya mahkum kalmıştı. Oysa ne kadar istiyordu Jongin'in saçlarına ulaşıp onları fethetmeyi. Dokunup, kokusunu derince ciğerlerime doldurmak, onu kendimin yapmak. Her şey, hatta hiçbir şey istediğim gibi olmuyordu. Bir suyun yolunu bulması dahi kendi tarafından gerçekleşirken benim illa ki zemin hazırlamam ve gerçekleştirmem gerekiyordu. Eğer Jongin ile ilgili bir gelecek hayali kuruyorsam bunun için çaba harcamam gerekiyordu. Hayatta hiçbir şey çabasız gerçekleşmiyordu evet. Fakat bu herhangi bir problem değildi. Daha önce karşılaşmadığım kadar hayal üstü ve inanılmazdı.

Onu hak etmem gerekiyordu. Benim gibi sıradan bir insan, onun nefesiyle nasıl sınanıyordu? Kokusu bile başımı döndürüp, benliğimi söküp alırken kalbimin ona teslim olması ne kadar zor olabilirdi?

Bu aşk mıydı, yoksa sadece arzudan mı ibaretti? Buna karar vermem gerekiyordu ama düşünecek kadar zihnimi toparlayamıyordum. Aşk olması bana o kadar uzak geliyordu ki, aklımın ucundan dahi geçmeye tenezzül etmiyordu. Bu aşk olamazdı. Ona delicesine saplantılı olmalıydım. Sadece saplantılı olduğum bir adamı kendime bağlayamazdım, Han Seul'un bana yaptığı şeylerin benzerini aynı şekilde ona yapmam yalnızca acımasızca olurdu.

Bencildim bu konuda. Ne ara bu kadar bencil olmaya karar vermiştim ya da her zaman böyle miydim, en ufak bir teorim yoktu. Han Seul ile beraberken defalarca kez onunla akıl almaz derecede yakınlaşmıştım. Dudakları dudaklarımı bulmuştu. Sadece bundan ibaretti. Ne kalbimi hoplatabiliyordu ne de vücudumu kaybetmeme neden oluyordu. Sadece öpüşüyorduk, fazlası hiçbir zaman ne kadar ilerlersek ilerleyelim gerçekleşmiyordu. Buna karşı olacak şekilde Jongin'i gördüğümde dahi kendimi kaybediyordum. Eğer ki on kilometre uzağımda olsa dahi kokusunu alır ve kendimden geçerdim.

Tedirginlikle ellerimi dağılmış saçıma attım ve gereksiz bir çaba ile düzeltmeye çalıştım. Sessiz ama bir o kadar tehditkar bir sesle, "Birini mi bekliyordun?" diye sordum. En az benim kadar şaşkın yüz ifadesi her şeyi açıklasa dahi ondan duymak istiyordum.

"Hayır," Sanki yeni bir rüyadan uyanmış gibi, vücudumu fetheden elleri ayrıldı. Parmaklarının sürtünerek tenimden ayrılması her ne kadar onu kendime yeniden çekmek istememe sebebiyet verse de hafifçe öksürerek hızla yere atladım.

Anahtarın yerle buluşma sesi çok da uzakta sayılmazken, dişlerinin arasından tıslayarak bekleyen Jongin'i aceleyle tezgaha ittirdim ve kendim de masadaki sandalyelerden en uzak olanını seçip oturdum. Aklım olacak şeyler için hızlı bir şekilde kurgular üretirken, terleyen saçlarımın arasına parmaklarımı geçirerek hafif havalanmasını sağladım.

Aklımda yeni kurduğum düzeni sağlamak adına Jongin de bana ayak uydurdu. Sanki hiçbir şey olmamış gibi tezgahın başına dönüp salatalıkları kesmeye devam etti.

"Hyung! Eğer Tae Oh'u bir daha bana bırakırsan yemin ederim evi terk-"

Jongin hiçbir şey olmamış gibi kapıda bekleyen çocuğa döndü. Ben ise olan herkesten ve her şeyden habersizken sadece ikisi arasındaki ilişkiyi izledim. Çocuk Jongin'in görünüşünün aksine çok farklıydı. Vücudu kısa, saçları bal sarısı ve teni bembeyazdı. Jongin'in tam tersi.

Çocuğun bakışları beni bulurken, yavaşça başını eğdi. "Merhaba. Hyung, bir misafirin olacağını söylememiştin." diye mırıldandı.

On A Rainy Day // kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin