☔️☔️☔️
Yapmadı.
Yapamadı.
Çok istedi. Kalbini bütünüyle batıran, hayatını mahvedip küçük bir kafese koyan bu günahkar bebekten kurtulmayı çok istedi. Her şeyini çalmış onu çok sevdiği adamdan ve evladı saydığı çocuktan ayırmıştı. Caniydi. O bebek cani ve günahkar bir bebekti.
Öyle düşünüyordu genç kadın lakin kendini her zaman saf dışı bırakıyordu. Ya kendisi? Kendisinin suçu yok muydu?
Günahkar olan o doğmamış zavallı bebek değil, kendisiydi. İki yaşam arasında sıkışıp kalan, kendini bir yere ait sayamayan doyumsuz kişi kendisinden başka biri değildi. Karnındakinin hiçbir suçu yoktu. Yalnızca gece gündüz aynı tehditkar ve nefret dolu sözleri duyuyor, bununla büyüyordu.
"İstemiyorum," dedi histerik bir biçimde her şeyi yere fırlatırken. "İstemiyorum seni lanet olası!" Sesi büyük evde yankılandı. Lakin kimse sesini duymadı. İster miydi? Bundan emin değildi. Çığlıkları boş odayı salladı. Ev bile bebeğin çektiği ızdırabı hissetmiş gibi sesi bir anda yuttu, duymasını istemedi. Genç kadın gözünden oluk oluk akan göz yaşlarını yanlış bir şeymiş gibi sertçe sildi koluna. Normalde olsa asla böyle yapmazdı. O kendine dikkat eden, saygın ve eşine sadık bir hanımefendiydi.
En azından öyle görünüyordu. Peki gerçekler? Üstü zifiri siyaha boyansa da kendini eninde sonunda belli etmez miydi? Ya da bunun acısını çıkarmaz mıydı? Gerçekler barizdi, yine de her şeyi reddetti. Kendisinin haksız olduğunu, asıl caninin o bebek değil kendi olduğunu, kocasını aldattığını, şan ve şöhrete düşkün olduğunu, masum bir bebeğin hayatını hiçe saydığını, altı yaşlardaki bir oğlana boşu boşuna ümit verdiğini, her şeyi, hayatında yaptığı ve gerçek saydığı her şeyi inkar etti.
Yalandan ibaretti. Dibe çökmüş ve suçunu kendi kanından olan bebeğine yükleyecek kadar acımasızlaşmıştı. Bütün hayatı koskocaman bir yalandan ibaretti. Sevgisi, parası, saygınlığı, güzelliği... Duyguları bile yalanken nasıl bir benliği olabilirdi ki?
İç çekti. Bu normal bir iç çekiş değildi. Öyle ki, bütün evi sarmış ve intikamla donatmıştı. İnce, uzun ve dünya üzerindeki her şeyden daha beyaz olan ellerini hastaneden getirdiği resmin üzerinde gezdirdi. Parmakları öyle bir dolaştı ki, dışarıdan gören herhangi biri bunun sevgi olduğunu sanabilirdi. Lakin bunu sadece o ve Tanrı biliyordu. Bu sevgi değildi, bu nefretin ta kendisiydi. Öyle ki, parmakları sanki keskin bir bıçakmış gibi siyah beyaz fotoğrafın üstünde geziyor, gezdikçe bir bıçak misali çiziklerle donatıyordu. Zarif gözüken elleri aslında tehlikeli bir alet gibiydi.
Silah. Makas. Bıçak.
Birinin hayatına son verebilecek herhangi bir şey. Masum olmadığı kesindi.
Üstündeki siyah paltosunu hızla kenara fırlatarak odanın etrafında dört döndü. Çekmeceleri birer birer açtı kapattı. Dolabını karıştırdı ve aradığını bulduğunda, resmin olduğu yere, parkeye dizlerinin üstünde yeniden çöktü. Ağlayışı bağırmaktan daha çok iç çekmelere dönmüştü. Sakinleşmedi. Aksine bu fırtına öncesi sessizlik gibi bir şeydi. Ve bunun sonunda birçok kişi yara alacaktı.
Eğer başarabilirse...
Dudakları tehlike ile kıvrıldı. Normalde olsa insanları asla ve asla incitmeyecek bu nazik bayan tam bir canavara dönüşmüştü. İmkansız olsa gerekti. Tam anlamıyla psikolojisi bozulmuş, insanlarla iletişimini koparmış, sürekli onun yanında olmak isteyen kocasını tehdit ederek kovmuştu. İlk defa olan bir şey değildi. Son birkaç aydır bunlar sıkça yaptığı şeylerdi. Sadece kendine zarar vermemekle beraber, bebeği de günden güne öldürüyor ve yemek yemeyi reddediyordu. Nasıl bir anne bunu yapabilirdi? Hem de kocası olduğu halde sevgilisine koşmak istediği için... Ya olmasaydı diye düşündü. Ya bu bebek olmasaydı, o zaman nasıl olurdum diye sordu kendine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
On A Rainy Day // kaisoo
FanfictionKim Jongin kaderin bana bahşettiği adamdı. Bir rüya gibi beni kendi içine çekmiş, ardından rüzgar gibi kaybolmuştu. "Bu yüzden seni bırakmayacağım." Elimin üstündeki sıcacık avucunu karnıma koydu ve huzurla mırıldandı. "Asla." Ve Kim Jongin o gün ba...