30.

1K 115 12
                                    

Şarkıyı başa sarıp sarıp okuyun, ben öyle yaptım çünkü.

☔️☔️☔️

Yer ayaklarımın altında sallanıyor olmalıydı. Başka açıklaması olamazdı.

Arabanın kontağını kapattım. Yaptığım şey sadece arabayı durdurmakken neden nefes alamıyor gibi hissediyordum? Arabanın içine kalbimin dahi kaldıramayacağı bir ağırlık çöktü. Büyük bir sis tabakası gibiydi. Önümü göremeyeceğim kadar bulanık, zihnimi ve ciğerlerimi boşaltamayacağım kadar bunaltıcı.

Parmaklarım sanki küçük birer ateş topuymuş gibi direksiyonda dokunduğu her yeri aleve verdi. Arabanın içi mi gittikçe sıcak oluyordu yoksa zihnim gördüklerimin etkisiyle harlanıyor muydu? Anlamdırılması zordu. Belki de beni kurtarabilecek en iyi yöntem, kapıyı açmaktı ama sanki lanet bir güç beni bunu yapmaya bile zorluyordu. Direksiyonunun deri dokusundan ellerim yavaşça kayarak bacaklarıma indi. Halsiz hissediyordum.

'Annen ne yapmış olursa olsun,'

Zihnimin içinde bilmediğim sesler yeniden dönmeye başladı. Sonu gelmez bir plak sürekli çeviriliyor ve önüme bütün ayrıntıları serip, beynime soğuk sinyaller gönderiyordu.

'Ona kızma Kyungsoo.'

Neden ona kızayım ki? Beni buna itebilecek herhangi bir durum yoktu. Olmamalıydı.

'Ne olmuş olursa olsun o senin annen.'

Başımı iki yana salladım. Aklımda kurduğum onlarca senaryo saçmalık dahi olabilirdi. Bir fotoğraftı sadece, anlamsız ve gereksiz. Başım yan koltuğa döndü. Buruşmuş kağıt parçası sanki ona daha çok bakıp, acı çekmemi ister gibi buruşmuş haline rağmen bana haince gülüyordu. Bilinçaltım bana altından kalkılamaz bir oyun oynuyordu bunun farkındaydım. Yoksa küçük bir kağıt parçası nasıl kendimi bu denli kaybetmeme sebep olabilirdi ki?

Bir elimle kapıyı açarken, fotoğrafa bakmadan direk avucumun içinde sıkıştırdım. Kağıdın kenarları elime küçük küçük sızılar bırakıyordu lakin bu sadece küçük bir ayrıntıydı. Zihnimde açılan büyük karadelik kadar önemli değildi.

Asla bırakmayacak.

Sanki bunu dahi yapmaya üşeniyormuş gibi arabayı büyük bir zorlukla kilitledim. Oysa ki tek yaptığım düğmeye basmaktı.

Sehun'un davetini reddedip eve gitmeliydim belki de ama korkuyordum. Eve gittiğimde altına gireceğim büyük yükün vereceği zararlar beni korkutuyordu. Saatlerce sandalyeye oturup, aynı fotoğrafı düşünmek ya da zihnimdeki sesleri yoksaymak o kadar zor olacaktı ki, Sehun ve diğerlerinin varlığı buna değerdi. Jongdae ile bitmek bilmeyen kavgalarını dinleyebilir, onlara sürekli didiştikleri için kızabilir, Yixing'e sarılıp uyuyabilir ya da Jongin'in yanına koşup onun omzunda ağlayabilirdim. Yalnız başıma kaldığımda üstüme çöreklenecek olan kara buluttan kaçmak için her şeyi yapabilirdim. Ve şuan tek yapmam gereken yalnız kalmamaktı.

Yüzüme iyi durduğunu düşündüğüm bir gülümseme kondurdum. Fakat dudaklarım bana itaat etmek istemiyormuş gibi yeniden aşağıya eğildi. Gittikçe solan bir çiçek gibi. Yavaş yavaş ama can yakıcı. Boş elimi zilin üstüne bastım. Kapının ardından boğuşma sesleri gelirken, birkaç saniye sonra kapı açıldı.

Jongdae'nin yüzünde öylesine rahatlamış bir yüz ifadesi vardı ki, sanki yıllardır başaramadığı bir şeyi yapabilmiş gibi bakıyordu bana. "Bir an hiç gelmeyeceksin sandım, karnım gurulduyor." Açlığını belli etmek istercesine dilini dudaklarında gezdirdi.

On A Rainy Day // kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin