☔️☔️☔️
Genç kadın, koltukta gözleri uzaklara dalmış bir şekilde oturuyordu. Ellerini karnında birleştirmiş, sanki içindeki şeyin varlığına alışmaya çalışıyor gibiydi. İçi kan ağlıyordu. Masum bebeğe, bir suçu olmamasına rağmen kan kusuyordu. O bebek karnında olsa dahi, kendinden bir can veriyor olsa dahi ondan nefret ediyordu.
Nasıl biri olursa olsun, hangi anne kendi çocuğu hakkında böyle düşünebilirdi ki? Ne kadar nefret barındabilirdi bu masum yavrucağa. Doğmamış ve hala güvenle duran bebeğe...
Bu kadın her ne kadar tehlikeli derecede güzel ve iyi biri olsa da kendi bebeğinden nefret ediyordu. O halde ona tam anlamıyla iyi diyebilir miydik? Ya da hala sevgilisini arzulaması ve onu görmek istemesine ne demeliydi? Onun etrafında dört dönen zavallı kocası ne olacaktı? Nasıl böyle sorumsuz ve kalpsiz biri olabilirdi. Görünüşünün ve olduğunun aksine...
Sevdiği adamın çocuğunu dahi sahiplenmişken, kendinden olan canı nasıl sevemezdi? Günden güne özlediği minik çocuğu görmek için deli gibi tutuşuyordu ama kendi bebeğine hala alışamıyordu. Çünkü bu bebek onun hayatının bitmesine neden olmuştu. Tutunduğu tek dalı kırmış ve kendini yerde bulmasına neden olmuştu. Kendinden çok sevdiği adamı kaybetmesine sebebiyet vermiş, genç kadını yıkmıştı. Hayatını mahveden bir bebeği nasıl sevebilirdi ki?
Kendini böyle avutuyordu ne yazık ki! Caniliğini inkar etmek adına bu yöntemi kullanıyordu.
Gözleri boş havuzda dolanarak yavaşça kolunu koyduğu cam kenarına döndü. Kahverengi ve en az bir antika kadar eski gözüken defterin kapağına üzüntülü bir bakış attı. En azından öyle görünüyordu. Sanki tam bir cani olmadığını göstermek istercesine dudaklarının gerginliğine karşı, gözleri dolu doluydu. Yine de bu bir şeyi değiştirmezdi. O kötü bir anneydi. Bir cani.
İnce uzun ve bir pamuğunki gibi hem yumuşak hem bembeyaz olan ellerini ağırlıkla hareket ettirip, defterin dokusunda gezdirdi. Aylardır yalnız başınaydı. Yalnızlık onu ne olarak değerlendirdiğinize göre değişirdi. Manevi anlamda kendini oldukça yalnız hissediyordu. Oysa yanında onun etrafında pervane olan kocası vardı. Annesi ve babası diğerleri... Herkes yanındaydı. Yine de bu sevgi eskiden olmadığı kadar onu daraltıyordu. Başkasını istiyordu. Delicesine koştuğu, yağmurlar altında delicesine eğlendiği, yanında eteklerini savurta savurta koştuğu adamı özlüyordu. Tahmin edilemeyecek kadar.
Kararını vermiş birini vazgeçirmek çok zordur. Yeniden bir hayatın oluşturulması ya da dünya üzerindeki bütün kötülüklerin yok edilmesi gibi. İmkansız değil lakin imkansıza yakın.
Defterin kapağını ağırca açtı. Aylardır 'yalnızlığını' gidermek adına kendini buraya döküyordu. Mürekkebin siyahlığı sanki ruhunu kağıda aktarıyor ve kısa süreliğine de olsa onu bu azaptan kurtarıyor gibiydi. Kalemi ağırca kağıdın pütürlü dokusunda gezdirdi. Harfler kelimeleri birleştirdi. Bir eli karnındayken bir eli kaderini belirleyecek şeyleri yazıyordu. Yaptığı bir aptallıktı. Onun gibi bir kadının yapamayacağı, zarifliğine asla uymayacak bir aptallık.
Mürekkep dahi o gün daha fazlasını taşıyamıyormuş gibi ağırca süzüldü. Parmaklarının üstünü zifir kaplamış gibi olsa da durmadan karar verdiği şeyi resmi olarak kağıda döktü. Bir bebeğin hayatına karar veriyordu. Bunu yapmaması gerekirken üstelik.
Güzel yazısı sayfayı süslemesine rağmen içeriği bir kalbin buz kesmesine neden olacak kadar acımasızdı. İstemsizce gözünün tekinden bir damla gözyaşı düştü. O kadar umursamaz ve anlamsız bir damlaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
On A Rainy Day // kaisoo
FanfictionKim Jongin kaderin bana bahşettiği adamdı. Bir rüya gibi beni kendi içine çekmiş, ardından rüzgar gibi kaybolmuştu. "Bu yüzden seni bırakmayacağım." Elimin üstündeki sıcacık avucunu karnıma koydu ve huzurla mırıldandı. "Asla." Ve Kim Jongin o gün ba...