İlk olarak geldiğim kapıya yöneldim. Ancak odanın yarısını geçtikten sonra zemin yine dönmeye başladı. Aynı şeyi koşarak denedim fakat bu şekilde geldiğim kapıdan çıkmam olanaksız görünüyordu. Yandaki kapıların birinden at sesleri geliyordu. Arka kapıdan ise zaman zaman değişen ağır pis bir koku geliyordu. Odanın ortasındaki kütüğün kovuğunda ikişer adet elma, üzüm ve daha önce hiç görmediğim bir meyve vardı. Odada başka bir şey olmadığı için ilk etapta kütüğü incelemek en rahat seçenekti. Elimi omuzuma kadar kovuğun karanlığına teslim ettim. Anladığım kadarıyla kütüğün içindeki delik yay gibi helezon halinde yukarı devam ediyordu. Elmalardan birini alıp zeminin kenarına yöneldim. Yere uzanıp kolumu boşluğa sarkıtarak elmayı elimden bıraktım. Her hangi bir ses yoktu. Diğer elmayı da zeminin altına doğru attım. Kovuktaki tüm meyveleri attım. Son meyveyi attığımda az bir patırtı sesi geldi. Ancak ses kütükten gelmişti. Attığım meyvelerin hepsi sanki orada toplanmıştı. Aynı şeyi tekrar tekrar yapmak için oldukça zamanım vardı. Bu kez meyveleri rastgele duvarlara fırlattım, kapıya tavana nereye olursa. Her seferinde son meyveyi attığımda kütüğün kovuğundan yenileri yuvarlanarak geliyordu. Bu şekilde belkide her birinden birer kasa meyveyi etrafa savurmuşumdur. Buradan da sonuç alamayacağım anlaşılmıştı ve tabi birazda yorulmuştum. Zaman artık benden yana değildi. Çantama sadece küçük bir şişe su almıştım oda biteli çok olmuştu. Kubbe şeklindeki tavanda bulunan pencerelerden havanın aydınlandığı anlaşılıyordu. Karnım iyice acıkmış giderek halsizleşiyordum. Diğer kapılara yönelmenin dışında başka çarem yoktu. Meyvelerden yemek istemiyordum. Ancak görünen o ki böyle giderse yaşamak için yemek zorundaydım. Başımın ağrısından gözlerim kısılmıştı. Zaman zaman at seslerinin geldiği kapıya yöneldim. Kapıya bir kaç kez yumrukla vurdum. Her hangi bir yanıt alamayınca kapıyı yokladığımda kapı kilitli değildi. Tedirgin bir vaziyette biraz araladım. Bulunduğum odanın aynısından bir odaya açılıyordu. Aradaki tek fark odanın iki kapılı olmasıydı. Açtığım kapının karşısındaki kapı çıkış olmalıydı. Ancak içerideki manzara bunun kolay olmayacağının habercisiydi.
İçeri biri siyah diğeri beyaz iki at odanın içinde birbiriyle itişip geziniyordu. Beyaz olanın gözleri üzerimde sanki kapıya hamle yapıyor, siyah olan ise onu engellemeye çalışıyordu. Bir müddet sonra Siyah at hızla hamle yaparak kapının yanında belirdi. Soluğu yüzümde hissetmiştim. Bir müddet göz göze kaldık. Eğer bu atlar birer cin isler içimden konuşsam dahi duyabileceklerini düşündüm.
"Kimsin ?... Beni duyduğunu biliyorum. Cevap ver, kimsin?"
Dakikalarca denedim ama bir yanıt alamadım. Galiba bu aptalca bir fikirdi. Bunlar gerçekten de at olmalıydı. Yinede gözlerindeki kırmızılık normal bir ata göre çok fazlaydı. Ayaklarına baktığımda bir terslik yoktu. Her ne kadar kafam karışsa da en iyi fikir yüksek sesle Kur'an ayetlerini okumaktı. Okumaya başlar başlamaz at geri geri odanın ortasına kadar çekildi. Kapıyı tamamen açtım. Ancak ilerlemeye niyetim yoktu.
Giderek halsizleşmiştim. Hava tekrar kararıyordu. Atlar ya da kapı umrumda değildi. Yere iyice serilmiş uyumak istiyordum. Ama karnımdaki boşluk buna izin vermiyordu. Uyuyup uyanamamakta vardı.
Bir ara rüya görecek kadar uykuya dalmıştım. Aç tavuk düşünde darı görürmüş. Bende bereketli bir bahçedeydim. Her yerden meyve sebze doluydu. Ensemdeki sıcaklıkla uyandığımda, başımda şiddetli bir çınlama vardı. Sanki kuyunun dibindeydim. Etraf sadece mum ışığı kadar aydınlıktı. Başımı hafif kaldırdığımda omuzumu çekiştirenin siyah at olduğunu fark ettim. Sırtımdaki çanta bir omuzumdan sıyrılmış diğer kolum altımda kaldığı için çantayı dişlerinin arasında çekiştiren at beni uyandırmıştı. Nereden geldiğini anlamadığım zayıf bir ses geldi.
" Bu son şansın yerin bitirdiklerinden yemezsen burada çürüyeceksin. "
Ya Allah c.c birsin Allah c.c. deyip olduğum yerden can havliyle doğruldum. At irkilip geriye çekildi. Çantayı sırtıma takacak halim yoktu. Kulpundan sürükleyerek, kütüğe doğru yöneldim. Kovuktaki meyvelerden yemekten başka çarem yoktu. Üzüm ve elmadan yedikten sonra kütüğe sırtımı dayayıp çantayı kucağıma aldım. Başımı çantaya yaslayıp Allah'a c.c. sığındım. Başımı tekrar doğrultup daha önce hiç tatmadığım meyvenin kabuğunu dişlerimle kazıdım. Kivi gibi kabuğu vardı. içi karpuz gibi sulu fındık büyüklüğünde muz kıvamında parçacıklarla dolu değişik bir meyveydi. Meyveyi bitirdiğimde sanki bir kana kana su içmiş gibi bir tokluk hissettim. Etraf tekrar aydınlanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vesvese (Baskıya Hazırlanıyor)
Mystery / Thriller( Bu kitabının içeriğini tanıtan 1 dakikalık YouTube Videsuna bölümlerin en altından ulaşabilirsiniz.) * Lütfen, yazılanlar gerçek mi diye sormayın. İnsanı gerçeğe götürecek tek şey AKLI dır. Aklı örten ilk şey ise VESVESE dir.