Bu bölümü minik, tatliş, ponçik sınıf arkadaşım Feyzanur Yüksel'e ithaf ediyorum.
Mesajı görünce tükürüğüm içinde boğulma tehlikesi yaşadım. Dalga mı geçiyordu bu adam benimle? Ne yani işe mi gidecektim. Hah! Ben kovulduğum yere asla ve asla gitmem. Mesajına yanıt verme zahmetine bile girmeyip, telefonumu cebime koydum. Mesajı kafama takmayıp, ağaç evin merdivenlerine tırmandım. Uzun zamandır buraya gelmediğimden dolayı tırmanmam zor olmuştu ama başarmıştım. Gülümseyerek kapının kulpunu çevirip açtım. İçeriye girip, çantamı kapının yanına koydum ve koşarak yatağa atladım. Bu ağaç ev çok küçüktü. Yani kapıyı açar açmaz yatağınızı görebiliyordunuz. Yatağın karşısında mutfak tezgahı ve buz dolabı vardı. Birde odadan bağımsız şekilde duran tuvalet-banyo ikilisi vardı o kadar.
Buraya uzun zamandan beri gelemediğim için çok özlemiştim. Hele küçükken aldığım gençlik kitaplarını. Kitaplığın önüne geldiğimde eşzamanlı olarak gök gürlemesini duydum. Yağmur yağacaktı bunu biliyordum da bu kadar erken olmasını beklemiyordum. Elime rastgele bir kitap alıp, cama doğru ilerledim. Pencerenin önüne geldim ve perdeyi çekip havaya baktım. Deli gibi yağmur yağıyordu ve saat daha erken olmasına rağmen hava da kararmıştı. Bu ne ya! Biz yaz geldi diye sevinirken, yağmur, sevincimizin üzerine su serpmişti adeta. Sinirle pencerenin önünden çekilip, kenardaki koltuğa oturup, elimdeki kitabın ismine baktım. Kuyucaklı Yusuf idi. Bu kitabı küçükken ilk aldığımda hiç dikkatimi çekmemişti fakat edebiyat öğretmenimiz şiddetle tavsiye ettiği için merak etmiştim. İlk sayfaları bana sıkıcı gelmişti ama okudukça çok güzel olduğunu farketmiştim. Kitabın türü romantikti fakat öyle bildiğimiz romantik kitaplardan değildi. Lirik aşk konuları işlenmişti ve bunu farklı olduğu için çok sevmiştim.Kitabın kapağını açıp okumaya başlamak üzereydim ki, telefonum çaldı. Neden kitap okumaya başladığımda rahat bırakmıyorlardı ki! Sinirle cebimden telefonumu alıp arayana baktım. Ağabeyimdi.
"Efendim?"
"Asrın, vardın mı diye aramıştım,"
"Vardım ağabey. Merak etme,"
"Tamam. Asrın, o halin neydi öyle? Birisi sana bir şey mi yaptı yani o gün ile ilgili kalbini kıracak sözler mi söylediler?"
Gözyaşlarımın yanaklarımı ıslatmasına izin verdim. O anı hatırladıkça ağlayacaktım bunu biliyordum. "Yok ağabey, sadece rüya!" diye yalan söyledim sesimin titremesine engel olarak.
"Bak, istersen yanına geleyim?""Hayır, gerek yok. Yani ben yalnız kalsam daha iyi olur. Neyse ben kapatayım. Görüşürüz!" dedim ve ağabeyimin bir şey demesine fırsat vermeden telefonu suratına kapattım. Ellerimle yüzümü kapatıp sesli sesli ağlamaya başladım.
Bu kadarı da fazla değil miydi? Babamın gözümüzün önünde öldürülmesi olayını yıllar önce unutmaya çalışmıştım fakat ben unutmaya çalıştıkça hep daha beteri ile karşılaşıyordum. Kaldıramıyordum buna kalbim, aklım dayanmıyordu. Ben bir daha psikolojik tedavi görmek istemiyordum. Artık mutlu olmak istiyordum. Ailemle huzurlu bir şekilde yaşamak istiyordum her ne kadar gerçek bir ailem olmasa da.
Gözlerimi silip, burnumu çektim. Kararımı vermiştim. Kimseden intikam almaya kalkışmayacaktım. Çünkü ben böyle olamazdım. Yani bir insan her ne kadar suçlu olsa da, o insanın canına, malına, ailesine zarar vermeyecektim. Eğer verirsem en büyük vicdan azabını ben çekerdim. Ve ben bunu da kaldıramazdım.
Kitap okuma hevesim bir anda puf olup gitmişti. Artık başka gün okurdum. Ayağa kalkıp, camdan dışarıya baktım, hâlâ yağmur yağıyordu ve bu sanki bugün hiç dinmeyecekmiş gibiydi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevimli ve Tehlikeli
Romance"Tüm yaptığımız sakladığımız duygular hakkında düşünmek, tüm yaptığımız sessizlikte oturup bir işaret için beklemek." - Halsey