18

193 16 2
                                        

ASRIN'DAN

Bazen moralin o kadar bozuk olur ki, kim ne yapmış, kim ne etmiş umurunda olmaz. Tıpkı şuan moralimin bozuk olması gibi. Moralimin neden bozuk olduğunu çözemiyordum. Dün ki olaydan mıdır-Aras ile olan-, Burçak'ın dudağının kenarında ki yara bandının sebebini, benim vereceğim tepkiden korktuğu için mi söyleyemesinden midir, yoksa Aras'ı düşünmem, onu görmek istemem miydi? Hayır. 'Kendine gel Asrın!' diye sinirle bağırdığında iç sesim, bu komutunu yerine getirip kendime geldim. Elimdeki boş kahve bardağıyla birlikte mutfağa gidip, bardağımı gelişi güzel bulaşık makinasına yerleştirdim ve pijamamın cebinden telefonumu çıkartıp saate baktım. 2.30'du. Ee tabi uyku tutmamıştı beni de! Dün ki olayı bir başkası benim yerime yaşasaydı onun da gözüne bir gram uyku girmezdi. En azından ben 2 saat olsa da uyuyabilmiştim. Mutfaktan çıkıp, odama girdim. Hava alsam iyi olacaktı yoksa ben bu olayı düşündükçe kafayı yiyecektim. Orası kesindi! Dolabımın kapağını açıp rastgele rahat, bol bir pantolon, onun üstüne de siyah tişörtümü çıkardım. Üzerimdekileri hızla çıkartıp, pantolonumu, ardından da üzerime tişörtümü giydim. Saçlarımı atkuyruğu yaptım. Ne olur ne olmaz diye bilgisayar masasının yanındaki not kâğıdına, hava alacağıma dair bir not yazmıştım. Merak etmesinler diye. Son kez yatağımın içinde mışıl mışıl uyuyan Burçak'a bakıp odamdan çıktım. Koridordan çıkış kapısına doğru ilerlerken, Aras'ı düşünüyordum. Acaba onu uyku tutmuş muydu? O da beni düşünüyor muydu? Kapıyı açıp, ayakkabılarımı sağ elime, ince uzun hırkamı sol elime alıp dışarıya çıktım. Ayakkabımı yere atıp ayağıma geçirdikten sonra arkamı dönerek kapıyı kapattım ve üzerime ince hırkamı giydim. Aslında bir yandan koşmak istiyorum bir yandan da yürümek, düşüncelerimle boğuşmak istiyordum. Bana göre daha cazip olan ikinci seçenekti. Yavaş adımlarla sağdaki sokağa döndüm ve kollarımı göğsümde birleştirdim. Bugün ki düşüncemizde her zaman ki gibi Arastı! Aslında Aras'tan hoşlanıyordum bunu biliyorum fakat ne bileyim ona karşı bir şeyler hissettiğimi kabullenemiyorum. Aslında Aras yakışıklı hatta çok yakışıklı birisi. Sanırım kabullenememin sebebi buydu. Fazla yakışıklı olmasıydı. Çok saçma farkındayım ama ne bileyim o çok yakışıklı ve benim gibi birine bakmaz diye düşünüyorum. Ki bakmazda zaten! "Bak, koçum. Senin gibi genç birini öldürmek istemezdim. Fakat ne yapalım bende emir kuluyum. Kusura bakma!" diye bir ses duyduğumda, anında sesin geldiği yöne doğru ilerledim. Öldürmek demişti yabancı birisi.  İnsanları nasıl öldürebiliyorlardı? Vicdanları hiç mi sızlamazdı? Öldürmek o kadar kolay bir şey değildi ki. Ama, artık bu dünya değişmişti. Bir insanı öldürmek, onlar için bebek oyuncağı gibi bir şey olmuştu. Sinirle dişlerimi sıkıp, sesin geldiği sokağa girmeden kenardaki duvara sindim ve sadece başımı çıkarttım. "Öldür lan! Öldürmezsen adam değilsin!" dediğinde tanıdık bir ses, gözlerimi kocaman açtım. Bu ses bana neden tanıdık geliyordu ki? Silah doğrultan adamın arkası bana dönüktü fakat o kadar iri yarıydı ki o tanıdık sesin kime ait olduğunu göremiyordum. "Peki, son duanı et!" dedi buz gibi bir sesle silah doğrultan adam. Zaman kaybetmeden, gözlerimi etrafta gezdirdim. Bir odun ya da ona benzer bir şeyler bulurum diye. Odun falan bulamayınca, sinirle ayağımın önündeki büyük bir taşı zorlukla alıp, duvarın kenarından sessiz adımlarla çıktım ve yine sessiz adımlarla izbandut gibi adamın arkasına doğru gittim. Elimdeki taşı iki elimle adamın kafasına vurdum. Ya da vuramadım. Ama bu işe yaramıştı. Adam aniden kafasını bana doğru çevirince tanıdık ses diye adlandırdığım adamı gördüm ve şoktan dilimi yutma aşamasına geldim. Bu Bora idi. Gerçekten oydu. Ben orada şok olmuş bir halde Bora'ya bakarken, o bana kısa bir bakış atıp, izbandut diye adlandırdığım adam ile dövüşüyordu. Ya da dövüşemiyordu! Baktı ki dövemiyor, dizini kırıp adamın bel altına tekme savurdu ve elimden tutup "Koş kanka koş. Bu adama gücüm yetmiyor! Gebermek istemiyorsan var gücünle koş!" diye bağırdığında, hemen kendime gelip adımlarına ayak uydurmaya çalışıyordum(!) Bora sağ tarafa dönünce, şansımız vardı ki orada da bir taksi vardı. Hemen taksinin yanına koştuğumuzda, adam arkamızdan bağırıp duruyordu. Hemen taksiye bindik ve kapıyı kapattık. Bora ile ben arka koltuğa oturmuştuk. Taksici bize tuhaf bakışlar atınca, Bora bilmediğim bir yerin adresini verdi ve bana bakmaya başladı. Sinirli miydi o? "Asrın, senin ne işin var burada bu saatte?" diye kızdığında, kaşlarımı çattım. "Asıl senin ne işin olur böyle elinde silah, tehlikeli adamlarla?! Dua et ki ben vardım. Yoksa yarın cenaze namazını kılıyor olurduk! Hey Allah'ım ya, hayatını kurtardım gelmiş bana teşekkür edeceği yerde, kızıyor! Ya sabır," dediğimde, şaşkınlıkla bana bakmaya başladı. "Valla, canım arkadaşım. Bu kadar çok konuşacağını bilseydim, gıkımı bile çıkarmazdım!" konuşmadım. Kollarımı birbirine bağlayıp, kafamı cam kenarına çevirdim. Bu benim 'seninle ilgilenmiyorum, ne halin varsa gör!' hareketimdi. Bora saçlarımı karıştırdığında, kollarımı çözüp eline vurdum. "Tamam, özür dilerim. Ayrıca teşekkür ederim." dediğinde, anında yumuşayıp gülerek ona baktım. Sonra kahkaha atmaya başladım. "Ya Bora, tüh sana! Ufacık(!) adamı bir türlü yere deviremedin ya," diyerek dalga geçiyordum. O da somurtup "Gözlük tak sen! Neresi ufacıktı be o adamın? Hulk gibiydi maşallah! Annesi öyle bir bakmış ki... Yemiş yemiş..." diyeceği sırada, ağzına şaplak atıp "Sakın o kelimenin devamını getirme!" dedim yapmacık kızgınlıkla. Gözlerini devirdi. "Ee biz nereye gidiyoruz?" diyerek konuyu değiştirdim. Bana pişmiş kelle gibi sırıtıp, "Süpriz!" demişti. Gözlerimi devirip, kafamı cam kenarına çevirdim. Aslında Bora'ya merak ettiğim herşeyi söyleyebilir mişim gibi geliyordu bana. Ona güveniyordum, iyi çocuktu. Merak ettiğim şeyler derken, Aras ve Arasın sevdiği, sevmediği, hobileri, fobileri, varsa takıntıları... Gibi şeyleri çok merak ediyordum. Ama şimdi zamanı değildi. Ya da zamanıydı! "Bora..." kafamı ona doğru çevirdim. "Şey, sana bir şey söyleyeceğim, ama dalga geçmek yok!" onayladığını belirten bir mimik yapınca, derin bir nefes aldım. "Sanırım ben, Aras'tan hoşlanıyorum. Bana onu anlatır mısın?" Utandığım için gözlerimi Bora'ya çeviremiyordum. Bora elini çeneme koyup, kafamı kaldırdı. Bana bir abi edâsıyla gülümsüyordu. "Şaşırmadım. Çünkü içimdeki his böyle bir şey olacağını fısıldıyordu. Bak Asrın, Aras dışarıdan bakıldığı gibi soğuk ve umursamazdır. Açık ve net! Fakat o çok... Çok iyi birisi gerçekten. Bak o daha çok küçükken olgunlaştı. Biliyor musun, o çocukluğunu hiç yaşayamadı. Çok büyük, aklına getirmeye korktuğun acılar yaşadı. O kimseye güvenmez. Daha doğrusu güvenmeye korkuyor. Hani kitaplarda, acı çeken, acı çektiği için hissizliği öğrenen, kötü karakterlere karanlık, iyi karakterlere aydınlık derler ya. İşte Aras karanlık. Sen onun karanlığında duramazsın, çünkü sen... Fazla aydınlıksın." dedikleri kalbime öyle bir işlemişti ki ağlamamak için gözlerimi yumdum. "Yani, geç olmadan onu unut diyorsun?" diye bir soru yönelttiğimde, kalbime tarifi edilemez ikinci acı saplandı. Neden onu unutmak gibi bir eylemi bile söyleyince, ölmekten beter oluyordum? Dolmuş gözlerimi Bora'ya çevirdiğimde, bana gülümsüyordu. "Hayır, aksine sen onu sev... Sev ki sen onun karanlığına girmeden, o senin aydınlığına girsin." dediğinde, şaşkınlıkla ona bakakaldım.
Sen onun karanlığına girmeden, o senin aydınlığa girsin.
Bu cümleyi içimden çok kez tekrarlamıştım. Bora'nın, 'senin iyiliğin için, ondan uzak dur,' diyeceğini sanmıştım ama o aksine onu sev diyordu.
Çok sev...
"Nasıl yani?" dedim fısıltıyı aratmayacak, ses tonumla.
"Onu da sen bulacaksın! Ben bilmem. Ama sana bir tüyo; erkeklerin kalbine giden yol midesinden geçer. Ama Aras'ın kalbine giden yol ise...Güven." dediğinde, takside durmuştu. Bunuda hafızama iyice kazıp, taksiden indik. Taksi arkamızdan son gaz bizden uzaklaştığında, bende karşımdaki bu güzel evi inceliyordum. Ev, büyüktü. Fazlasıyla büyük. Duvarlarına resimler çizilmiş, hatta ve hatta karikatür bile var! Tuhaftı bence. Yani evin içinde böyle resimler olsa belki tuhaf karşılamazdım ama evin dışında görünce biraz şaşırmıştım. Yalan yok! "Güzel, değil mi?" kafamı evet anlamında sallayıp "Tuhaf ama güzel. Kim yaptı?" dedim gülümseyerek. Bora omuzlarını gererek, işaret parmağıyla kendini gösterdi. Gözlerimi devirip "Zaten senden beklemem lazımdı. Tuhaf insandan, tuhaf şeyler!" dedim kahkaha atarak. Anında kaşlarını çattı ve 'gıcık' diye ağzında geveledi. Bora "Hadi içeriye girelim?" dediğinde kafamı tamam anlamında sallayıp, kapının önüne geldik. Bora cebinden evin anahtarını çıkartıp anahtar deliğine soktu ve tek çevirişte kapı açıldı. Bora kapıyı sonuna kadar açıp "Öncelik bu yakışıklının kankası. Hadi gir içeriye," diye bir nezakette bulunduğunda, elimle asker selamı verip "Mersi!" deyip içeriye girdim. O da içeriye girip kapıyı kapattı ve ayakkabısını çıkarttı. Bende ayakkabımı çıkartıp, onun arkasından ilerlemeye başladım. Ayrıca evini de süzüyordum. Duvarların alt kısmı gri renkti. Üst kısmı ise siyah. Neden böyle yaptığını merak etmiştim fakat sormaya çekindim. "Sen mi geldin?" diye aniden karşımıza Kıvanç çıkınca refleks olarak çığlık attım. O da şaşırmış bir şekilde bana bakıyordu. "Asrın? Senin ne işin var burada? Hemde..." saatine baktı, "Bu saatte?" dedi. Gülümseyerek ağzımı açtım. "Ya şey beni uyku tutmamıştı. Bende hava almak istedim. Falan derken senin bu arkadaşına silah doğrultuyorlardı. Bende, kahraman ben(!) adamın kafasına taş ile vurdum. Ama adam bayılmadı. Bora'da adamı dövemeye çalıştı ama dövemedi.   sonra kaçtık ve bir taksiye atladık.
Buraya geldik." dedim ne kadarda güzel bir özet geçirmiştim! Kıvanç, anında kaşlarını çatıp "Hiç akıllanmayacaksın değil mi?!" dedi sinirle. Bora sırıtarak "Cık, hayır." dedi pişkin pişkin. Kıvanç ona gözlerini devirip bana baktı ve gülümseyerek kollarını açtı. "Hoş geldin, evimize." dedi. "Hoş buldum." dedim kocaman gülümseyerek. O sırada aklıma bir şey geldi. "Ya Kıvanç. Sena eve geldiği zaman, suratı kıpkırmızıydı. Ne oldu sizin aranızda?" dedim merakla onları takip ederken. "Birazcık(!) yumurta banyosu yapmış olabilir. Bir de benim kahkahalarıma ve dalga geçmelerime maruz kalmış olabilir. Ha bir de... Neyse boş ver." dediğinde, kaşlarımı çatıp Bora'nın yanına oturdum. "Söylesene!" dedim merakımı konuşturarak. "Portakal kafa söyler sana. Ben söylemeyeyim." dedi. Kafamı 'iyi sen bilirsin' şeklinde salladım. Tabii Kıvanç bana öyle bir tuhaf bakmıştı ki anında kafamı sallamayı kesmiştim. "Ee Bora senin sevdiğin kız ne oldu?" uzak diyarlara dalmış Bora'ya baktım. Beni duymamıştı sanırım. Bu dalgınlığının sebebini merak etmiştim. Aman be! Bende iyice meraklı Melehat'a çekmiştim. Meraklı Melehat kim be? Kafamı iki yana sallayıp düşüncelerimden sıyrıldım. O an susadığımı anladığımda, yutkundum. "Kıvanç, mutfak nerede? Susadım da," dedim çekinerek. "Bu odadan çık, sağa dön, karşına koridor çıkacak, koridorun sonundaki odanın yanında." dediğinde ona ağzı açık bir şekilde baktım. "Ne kadar da yakın bir mutfak!" deyip ayağa kalktım. Odadan çıkıp sağa döndüm. Kıvancın dediği gibi karşıma uzunca bir koridor çıkmıştı. Bir an su içmekten vazgeçmek istedim ama susamıştım. Hızlı adımlarla koridorda ilerlerken bir yandan da etrafı inceliyordum. Gerçekten ev çok güzeldi. Yani hayatımda ilk defa bu kadar değişik bir ev görüyordum. Ev labirent gibiydi. Ama benim dikkatimi en çok çeken şey ise; buradaki duvarın rengininde gri ve siyah renkleri olmasıydı. Dudaklarımı aşağı doğru büzdüm.
O sırada bir şeye çarpmam bir oldu.
Korkmuştum.
Gözlerimin önünde bir beden vardı.
Gözlerimi kırpıştırarak kafamı kaldırdım.
Aras şuan tam karşımdaydı. Sanırım heyecandan gözlerim kararmıştı.
Ama hemen kendime geldim. "Şey pardon," dedim kekeleyerek. Yüzüm kıpkırmızıydı eminim. Dünki olayı hatırladıkça ellerim heyecandan titriyordu. Seslice yutkunup, yanından tam geçeceğim sırada, kolumdan tuttu. "Senin ne işin var burada?" dedi sert ses tonunu kullanarak. Bakışlarımı kaldırıp, onun sert bakan gözlerine baktım. "Şey, Bora getirdi." bir de Aras'a açıklama yapmayacağım. "Merak etme zaten birazdan evime giderim." dedim atarlı kişiliğimi konuşturarak. Ama anında gözlerimi kaçırdım. "Neden kızardın?" sualine gözlerimi devirmek istesemde, onuda yapamadım. Sadece "Sana ne!" diyebilmiştim. "Bana ters ters cevaplar verme!" dediğinde, gözlerimi ona çevirdim. Boynundaki damar belirginleşmişti. Ne çabuk sinirleniyordu bu adam böyle! "O zaman sende, bana, beni utandıracak sorular sorma!" dedim. Tek kaşını kaldırmış bana bakarken, gözlerimi kaçırdım.
"'Neden kızardın?' Bu sorunun neresi utanılacak?"

Sevimli ve TehlikeliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin