BURÇAK'TAN
"Mutlu olmak" terimini şimdi çok daha iyi anlıyordum. Hani bize küçükken sırf mutlu olalım diye büyüklerimiz, ellerimize şeker verir de biz o kadar çok seviniriz, dünyanın en mutlu çocuğu oluruz ya işte ben şuan o küçük çocuklardan farksızdım. Hem nasıl mutlu olmayayım ki? Sevdiğim adamın sırtına sarılmış, kokusunu doya doya içime çeliyordum. Yiğit, benim sevdiğim adam... Aslında onun bu soğuk davranışları gerçek değil gibi geliyor bana. Onu 3 senedir takip ediyorum. Ama onu bunca yıldır çözemedim. Hangi renkleri seviyor, büyüklerine karşı nasıl davranıyor vb. bunun gibi birçok sorunun cevabını biliyorum fakat onun içindekileri bir türlü çözemiyorum. Çözmekte istemiyorum ama içimdeki bir ses onun iyi biri olduğunu söyleyip duruyordu. Bende onun iyi biri olduğunu hissediyorum.
Kalbi kırık, umursamaz ama iyi...Yiğit motoru durduğunda hemen kollarımı çözüp, kaskın içinden etrafıma baktım. Bir tane eczanenin önünde durmuştuk. Kaşlarımı çatıp, kafamdaki kaskı zor bela çıkardım ve motordan inmiş, bana bakan Yiğit'e baktım. "Ne diye burada durduk? Hii yoksa bir yerine mi bir şey oldu?" dedim hala motorda oturur pozisyonda Yiğit'i telaşla süzerken. Onun bir yerine benim yüzümden bir şey olursa dayanamazdım. Yiğit bir süre gözlerimin içine baktıktan sonra bakışlarını dudağıma çevirdi. O sırada kalbim hızla atmıştı. Gözlerimi kaçırıp dudağımı dişlerimin arasına alıp kemirmiştim ki acıdığı için acıyla inleyip dudağımı serbest bıraktım. Elimdeki kaskı arka demirine takıp motordan indim. Yiğit'e tekrar utanarak baktığım an kolumdan tutup beni eczaneye sürükledi. Şaşkınlığımdan kurtulup Yiğit'e çemkirdim. "Yiğit söylesene nerene bir şey oldu?" dedim sinirle. Yiğit bana sinirli bir bakış atıp "Senin canın acımıyor mu? Dudağının kenarı ful kan!" dedi ve eczaneye soktu. Kolumu bırakıp, bize tuhaf bakışlar atan eczaneci adama doğru ilerdi. Ben ise kaşlarımı yukarı kaldırmış, dilimi dudağıma değdiriyordum. O sırada ağzıma gelen bakır tadıyla yüzümü buruşturdum. Sanırım Tekin denen o pislik herif bana tokat atarken sert atmıştı. Yiğite baktığımda eczaneciden gereken malzemeleri alıyordu. Elindekilerin parasını ödeyip birlikte eczaneden çıktık. İyi de benim dudağımın kenarı şuan acımıyordu ki! O dokununca hem heyecananlanacaktım hem de umutlanacaktım. Motorun önünde durduğumuzda elindeki poşeti almaya yeltendim ama o geri çekip almamı engelledi. "Şey çok sağ ol, ben hallederim. Poşeti verir misin?" dedim çekingen bir tavırla. Poşete uzandığımda tekrar geri çekti. Sinirle bakışlarımı Yiğit'e çevirdim. Benim konuşmama izin vermeden, umursamaz bakışlarını dudağıma çevirdi ve konuşmaya başladı. "Ben yapacağım şu pansuman işini," her ne kadar gerek yok desem de, o beni umursamayıp bana yaklaştı. "Ben yaparım gerek yok," deyip bir adım geri atacaktım ki Yiğit beni koltuk altlarımdan tutup motora tek hamlede oturttu. Hemen aramızdaki mesafeyi kapatıp, şaşkın olan yüzüme bakıp güldü. Poşetin içinden, dudağımı temizlemesi için biraz pamuk ve tentirdüyot çıkardı. Tentirdüyotu pamuğa döküp bakışlarını dikkatle dudağımın kenarına sabitledi. Ben ise hızlı kalp atışlarından dolayı ölmediğime şaşırıyordum. Yiğit pamuğu dudağımın kenarına bastırdığında, istemeden de olsa ağzımdan acı dolu bir inleme çıkmıtı. Ben ne yapayım dudağım acımıştı! Yiğit bir anlığına gözlerimin içine baktığında, göz göze geldik. Gözleri, o kadar güzeldi ki beni benden alıyordu. Gözlerine aşık olduğum adam...
Gözlerini ilk çeken o olduğunda, yutkunup ağzımı kapattım ve dilimi dişlerimin arasına alıp çiğnemeye başladım. Yiğit elindeki pamuğu poşete geri koyup, içinden bir pamuk çıkardı. İşte işin zor kısmına geldik, yandın Burçak! Ağır -ya da bana öyle geliyor- hareketlerle kremi kutusundan çıkardı, kapağını açtı ve işaret parmağına kremi biraz sıktı. Buraya kadar bir sıkıntı yoktu ama ya bundan sonrası... Buna nasıl dayanacaktım. Hadi ben dayanırdım da ya kalbim? Olsun Burçak, yapacak bir şey yok! Yiğit kremli olan parmağını dudağımın kenarına sürdü ve yavaş yavaş kremi yedirmeye başladı. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, bir an kalp atışlarımı duyacak diye çok korktum. Gözlerimi refleks olarak kapatmış başka bir şeyler düşünmeye çalışıyordum. Tamam sevdiğim adam olabilirdi ama bana bu yaşıma kadar hiç bir erkek böylesine güzel dokunmamıştı. Böylesine nazik, yavaş ve... Güven verircesine dokunmamıştı. Bu benim bünyeme tersti. Ben alışmıştım canımı yakmalarına fakat Yiğit böyle yaparak hem beni umutlandırıyor hem de canımı kat be kat yakıyordu. Anlamıyor muydu bunu? Beni kendine daha çok bağlıyordu ve bu da demek oluyor ki ben onsuz yapamayacaktım yani hem beni yaralayacaktı hem de yaralarımı saracaktı... Yüzümde Yiğit'in sıcak nefesini hissettiğimde düşüncelerimden arındım. Gözlerimi yavaşça araladığımda, zaten yakınımda olan Yiğit'i tam dibimde görmem beni hem korkuttu hem de heyecanlandırdı. Kafamı geriye çektiğimde o da kendini geriye çekti ve tekrar poşetin içinden bir şey çıkardı. "Oho daha bitmedi mi ya?" diye sitemle söylendiğim de bana alayla baktı ve "Birazdan bitiyor!" dedi. Elindekine baktığımda bir yara bandı olduğunu gördüm. Yiğit, yara bandını dudağımın kenarına yapıştırdı ve bana sonra arkama baktı. Bende tam arkama bakacağım sırada, şok olacağım bir şey yaptı. Saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirip, kafasını boynuma gömdü ve öylece durdu. Ben ise afallayarak öylece duruyordum. Ellerini belime yerleştirip hafifçe sıktığında kendime geldim ve fısıltı gibi çıkan sesimle konuşmaya başladım. "Ne yapıyorsun?" Allah'tan kekelememiştim! "İkimizin ölmesini istemiyorsan, sarıl bana!" dediğinde şaşırsamda dediğini yaptım. Ne olduğunu anlamamıştım ama gerçekten şuan hem korkmuş hem de heyecanlanmıştım. "Ha? Ne? Ölmek derken? Derken öpmek ah pardon ölmek? Kim bizi öldürecek? Daha doğrusu kim bizi, niye, neden, niçin öldürecek?" dedim biraz değil çok saçmalayarak. "Tam arkanda 4 tane adam var. Onlar beni öldürmek için tutuldular ve yanımda kim varsa onu da öldürecekler. Bu yüzden ölmek istemiyorsan çeneni kapat ve bana daha sıkı sarıl!" dedi belimi iyice sıkarken. Dediğini yapıp boynuna daha bir sıkı sarıldım. Şuan gerçekten korkmaya başlamıştım. Yiğit'in ölme ihtimali vardı. Bugün değilse başka bir gün sonuçta onu öldürmek istiyorlardı. Ah Yiğit sen nasıl işlere bulaştın böyle! Bir 15 dakika böyle durduktan sonra -evet dakikaları saydım- şüphelenmeye başlamıştım. "Daha ne kadar böyle duracağız?" dedim 15 dakikanın sonunda ilk kez konuşarak. Hani alkışım? Yiğit endişeli bir ses ile "Bu tarafa geliyorla..." demeye kalmadan başımda bir baskı hissetmem ve çığlık atmam bir oldu. Yiğit benden ayrılıp arkama korkuyla baktı fakat gözlerindeki korku, gerçek bir korku değilmiş gibi geldi bana. Kocaman gözlerimi Yiğit'e çevirdiğimde ellerini havaya kaldırmış arkamdaki şahısa/şahıslara bakıyordu. Başımdaki baskı silahtan mıydı bilmiyordum ama Yiğit ellerini kaldırdığına göre silah olma ihtimali yüksekti. "Demek burada bulacaktık seni Yiğit!" dedi arkamdaki kalın bir ses fakat bu ses arkamdaki şahsın kendi sesi değil gibi geliyordu. Sanki sesini kalınlaştırıyormuş gibi. Korkmuştum. "Ağabey, beni öldürme," diye konuştuğunda Yiğit, şaşkınlıkla ona bakakaldım. Şuna bak kafasına silah dayalı olan burada benim! Hayır, benim asıl şaşırdığım şey; Yiğit'e şurada işkence etseler bile korktuğunu, acı çektiğini kimseye belli etmezdi. "Ne kadar da hayalperest bir çocuk. Seni de öldüreceğim Yiğit, ama ilk önce şu güzelliği maalesef ki öldüreceğim!" dedi ve tanıdık bir kahkaha atmıştı. Ama gözümden kaçmamıştı Yiğit'in dudakları titriyordu. Sanki gülmemek için zor tutuyordu kendini. Yada bana öyle geldi! Korkuyla gözlerimi büyütüp dik dik Yiğit'e baktım. Bu sefer ciddi duruyordu bir o kadar da üzgün. "Üzgünüm, Burçak," dedi. Ben ise ciddi anlamda korkmuştum. Ama hemen kendimi toparlayıp, konuşmaya başladım. "Beni mi öldürecek? Yiğit neden yumruklarını konuşturmuyorsun oğlum! İşine gelince milleti döversin korkunca da yerinde öyle dımdızlak kalırsın. Sen misin bu be!" ona baktığımda yüzü kıpkırmızı kesilmişti ayrıca dudakları da titriyordu. Bu çocuk ağlayacak mı gülecek mi belli değil! Gözlerimi ondan çekip konuşmama kaldığım yerden devam ettim. "Bakın arkamda ki Beyefendi! Ben ölmeye hazır değilim ki! Çok gencim ben!" dedim ve aniden motordan inip, arkama dönmemle şok olmam bir oldu. Ve etrafımda ki herkes kahkaha atıyordu. Yiğit bile. Arkamdakiler Cenk, Tugay ve en yakın arkadaşım ama birazdan cenneti boylayacak olan Ayşegül idi. Hepsi bir ağızdan "1 Nisan!" diyerek tekrar kahkaha attıklarında, şaşkın halimden kurtulup, ilk önce Cenk'in üzerine atladım ve saçını var gücümle çektim. Korkutmuşlardı beni! "Ölüyordum korkudan ya!" diye de bağırmayı unutmamıştım. Cenk acıyla inleyip, üzerine kene gibi yapışmış olan beni bir çırpıda kaldırıp yere attı. Kalçam birazcık acısa da sinirle ayağa kalktım. "Karizmayı mı çizdireceksin?" ona aldırmayarak Ayşegül'e döndüm. Kahkahayı kesmiş Tugay ile büyük bir tartışmanın içine girmişlerdi. Onları boş verip bakışlarımı Yiğit'e çevirdim. O da gülmekten karnını tutuyordu. Bir yandan korkmuş bir yandan da mutlu olmuştum. Bu aralar ilk defa bizimle muhattab oluyorlardı ve ben ilk defa onların bu sert duruşlarının arkasında ki çocukları görmüştüm. "Çok kötüsünüz!" dedim ve dudaklarımı büzdüm. "Eyvallah!" diye kabaca konuştuğunda Cenk, ona gözlerimi kısarak baktım. O sırada Ayşegül'ün, Tugay'ın kafasına şaplak attığını gördüm.
"Ne vuruyorsun kızım! Fikrimi söylüyorum," diye sinirle konuştuğunda Tugay, bütün dikkatimizi onlara vermiştik. "Fikrini, o kız böyle şu kız şöyle diye sapıkça sunamazsın benim yanımda!" dedi Ayşegül sinirle. "Ha anladım, sen beni kıskanıyorsun!" Tugay'ın bu pişkin halleri gerçekten beni şaşırtıyordu. "Ay senin neyini kıskanacağım be ben! Şu tipe bak, pokemon olsan seçilmezsin. Sen neyin tribindesin?" diye laf soktuğunda, bastım kahkahayı. "Sabahtan beri böyle didişiyorlar! Buraya gelmeden önce de bir elbise rengi yüzünden tartışıyorlardı. Yok o elbisenin rengi siyah ve mavi sen yanlış görüyorsun. Delirttiler beni be!" dedi Cenk kulağıma fısıldayarak. Kahkaha atarak bakışlarımı Yiğit'e çevirdim. O da gülüyordu. Ben gerçekten bu çocukların böyle olacaklarını hiç düşünmemiştim. Dışarıdan bakılınca o kadar umursamaz, o kadar sert duruyorlardı ki ama onlar duruşları gibi değillerdi. Onlar halâ çocuktular ve ben bu çocukların yanında çok mutlu oluyordum.Merhaba arkadaşlar. Yeni bölümde geldi. Gerçekten çok yazmaya ve erken yetiştirmeye çalışıyorum fakat zamanım olmuyor. Bu yüzden affınıza sığınıyorum. Umarım bu bölümü beğenirsiniz. Ha bir de bu bölümden sonra ki bölümler Aras ve Asrın ile ilgili olacak sanırım. Böyle çok maceralı bir şeyler yazmaya çalışacağım ve uzun olacak. Neyse bu kadar ipucu yeter. Kendinize çok iyi bakın. Diğer bölümde görüşmek üzere. Çok çok öptüm... <3 <3 <3 :-* ::-*
Ha bu arada, o elbiseyi hatırlayan kaç kişiyiz? Gerçi ben o elbiseyi gerçekten Mavi ve siyah renkleri olarak görmüştüm. Siz hangi renk gördünüz? :D *-*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevimli ve Tehlikeli
Romance"Tüm yaptığımız sakladığımız duygular hakkında düşünmek, tüm yaptığımız sessizlikte oturup bir işaret için beklemek." - Halsey