30. BÖLÜM

56 6 7
                                        

Şarkı: Metallica - Fade to black

Baktığım boş duvarda annem ile babamın görüntüsü belirince gözlerimi sıkıca kapayıp parmaklarımı sıkıca gözlerime bastırdım. Bu da ne demek oluyordu? Seneler sonra annem ile babamın yaşıyor olma ihtimalini öğreniyorum ve şaşırmaktan başka elimden gelen hiçbir şey olmuyor. Parmaklarımı gözlerimden çekiterek ne yapabileceğimi ya da nasıl tepki vermem gerektiğini düşündüm. Ama susmaktan başka aklıma hiçbir şey gelmiyordu.

Cenk, elindeki bir bardak suyla bana doğru yaklaşırken tepkisizce ona bakıyordum. Yaklaşınca bardaktaki suyu bana yavaşça içirmeye çalışınca koşarak lavoboya gittim ve kusmaya başladım. Evet, stres, üzüntü gibi durumlarda midemin benle dalga geçmesi hiç hoş değildi. Hiçbir şey yemediğimden sadece su çıkartıyordum. Cenk de tam yanımda durmuş, şaşkınlık içinde bana bakıyordu. Yüzümü ona doğru kaldırınca kendine gelip yüzümü yıkamaya başladı, dolaptan temiz bir havlu çıkarıp yüzümü kuruladı. Saçlarımı ellerimle geriye atacak iken başımı birden göğsüne yaslayınca kollarımı beline sardım.

Saçlarımdan öpmeye başladı. "Keşke.." dedim ve duraksadıktan sonra devam ettim. "Keşke birbirimizi tanıdığımız ilk günlere dönsek. Ben kafama yine basketbol topu yesem, abim gelse ve sana tip tip baksa; okul için sadece etek alacağım halde senin bana pantolonu da fırlatman, asansörde beni sakinleştirmeye çalışsan yine, ya da kısa etek/şort giysem de yine sinirlensen bana..." diyip yüzümü kaldırdım ve gözlerinin içine gülümseyerek baktım. Derin bir iç çektim.

Yüzümün önüne gelen saçlarımı
geriye attı. "Hâla hiçbir şey senden önemli değil. Hâla bu dünyada en sevdiğim, hiçbir şekilde vazgeçemediğimsin. Hâla evimin kadını, çocuklarımın annesi olacak tek kişisin." diyip ağlamaya başladı. Elinden tutup salona doğru çekiştirerek koltuğa oturduk.

"Niye ağlıyorsun birtanem?" diyip gözlerinden akan yaşları ellerimle sildim.

"Biz her şeyin en güzelini hakkettik. Ben seni her şeyden korumaya çalışsam da yine en çok zarar gören nasıl sen oldun? Allah kahretsin beni!" diyip dişlerini sıktı ve gözlerinden yaşlar akmaya devam etti.

"Deme öyle. Bak sen de ağlarsan ben kimden güç alırım ama?" dedim gözlerinden benim yüreğime akan gözyaşlarını izlerken.

Koskoca adam yanımda ağlıyordu. Ve dayanamıyordum. O ağlarken benim elimden bir şey gelmemesi fazlasıyla canımı yakıyordu ve sanırım her şey daha kötü olamazdı. Onun gözlerinden yaşlar aktıkça içimden bir şeyler kopuyordu. Gözyaşları sanki içime doğru gidiyordu. İçim gidiyordu benim içim! O benim en içim, can içim, canımın içi, en içi!

Ayağa kalktı ve odanın içinde dolaşmaya başladı. Sakinleşmeye çalıştığı her halinden belliydi. Bir şeyler sormak istesem de sesimi çıkarmadan onu izliyordum.

Ayağa kalktığımda hızlıca yanıma yaklaşıp suratımı avuçlarının içine aldı ve duvara yasladı. Burnuma, yanaklarıma, boynuma öpücükler kondurmaya başladı. Öpmeye devam ederken, onu ne kadar özlediğimi fark ettim. O öptükçe, ben eriyordum. O öptükçe, ben kendimden geçiyordum. 

"Gel." dedi. "Gel kaçalım. Sadece ikimiz, beraber, kimsenin bizi bulamayacağı bir yere gidelim. Biz birbirimize yeteriz. Evleniriz orda, yaşatırım ben seni. Yemin ederim prensesler gibi bakarım ben sana. Bir evet de, kabul et yeter ki!"  Gözleri kıpkırmızı olmuş, ağzımdan çıkacak bir iki kelimeyi bekliyordu.

Yapamazdım ki. Daha annem ile babamdan hesap soracaktım, bu olayları en ince ayrıntısına kadar öğrenecektim. Hem daha 17 yaşındaydım, gerçekten reşit olmadan nasıl kaçabilirdim? Önümde üniversite sınavlarım vardı. Sahi, benim üniversite sınavlarına çalışmam gerekirken şu içinde bulunduğum duruma, olaylara bir bakın. Gerçekten çok fazlasıyla sinir bozucu.

"Dorina?" demesiyle Cenk'i hatırladım. Bunları düşünürken Cenk'in benden bir cevap beklediğini unutmuştum.

"Cenk, seni çok sevdiğimi biliyosun. Senle her yere gelirim, her yerde ve her şartta yaşarım. Ama daha erken. Önümde çok önemli sınavlarım var, sen de biliyorsun." dedim başımı yere eğerek ve kendimi suçlu hissederek.

"Sanırım haklısın. Belki de sadece benim gitmem gerekiyor." diyince kaşlarımı çatarak ona baktım.

"Ne diyorsun sen, ne gitmesi, nereye?"

"Her şey düzelene, açığa kavuşturulana kadar başka bir yerde yaşamak belki de en iyisi."

"Sen burda ne yaparsan yap diyorsun yani beni hiç düşünmeden?"

"Sana benimle gelmeni söylemiştim Dorina, sen istemedin."

"Cenk sen ne dediğinin farkında mısın? Çekip gitmek o kadar kolay mı? Ya da gittiğimiz yerde geçinmek. Biraz mantıklı düşünsen diyorum?!" Artık sinirden bağırmaya başlamıştım. Sesimle birlikte ellerim de titremeye başlamıştı.

"Senin yapman gereken tek şey bana evet diyip benimle gelmendi Dorina, bunları düşünmen, kendine dert etmen değil."

"Git!" diye bağırdım ve devam ettim, "Git ve bir daha sakın gelme. Sakın karşıma çıkma, unut beni. Git ve orda yeni bir hayat kur kendine. Hadi ne duruyorsun? Gitsene!"

"Öyle yapmayı düşünüyorum zaten!" diye bağırdığında yüreğime bir bıçak saplanmıştı. Beni öldürmesi yapması gereken tek şey yüreğimdeki bıçağı döndürmesiydi.

"Sen gitmiyorsun, kaçıyorsun! Korkaksın! Cesaretsizsin! Kaç hadi! Kaçabildiğin kadar uzağa kaç!" diye bağırdım ve koltuğa oturdum. Ellerimle başımı kapatarak ağlamamak için direndim ve sakinleşmeye çalıştım.

"Nefret ediyorum senden, nefret ediyorum, nefret ediyorum..." diye sayıklamaya başladım. Bu kadar kısa bir zamanda insanın duyguları bu kadar değişkenlik gösterebilir mi? İkimizi de bu olaylar fazlasıyla dengesizleştirmişti.

Ayağa kalkıp hızlıca kapıya doğru ilerleyecekken kolumdan tuttu. "Nereye?" Kolumu çekip ondan kurtardım.

Yürümeye devam ederken, "Cehennemin dibine! Gelecek misin?" dedim ve devam ettim, "Bence bi git sen şu cehennemin dibine ve bir daha gelme! Ölsene ya sen, öl! Öl de kurtulayım senden! Nereden o okula geldim, nasıl senin gibi birini hayatıma aldım? Keşke senden kurtulabilsem hatta sonsuza dek olsa bu kurtuluş! Allah seni kahretsin!"

Öyle sinirliydim ki hiçbir zaman kullanmadığım kelimeleri şu an kullandığımı fark ettim.

Arkamdan gelmeye devam etti ve benim kapıya ulaşmam için birkaç adımım kalmışken kapı kırıldı. Kapının önünde iki tane silahlı adam belirince olduğum yerde kaldım ve hareket edemedim.

Beyaz tenli, siyah saçlı adam tetiği çekip bana doğru yöneltince konuşmak istedim fakat korkudan ağzımı dahi açamadım. Öldüreleceğimi bildiğim halde canımı kurtarmak için hareket dahi edemiyordum. Bu nasıl bir durumdu böyle? Gözlerimi sıkıca kapattım, bunu görmek istemiyordum. Silah patlayınca kulaklarımı çok tok ve gürültülü bir ses doldurdu ve bedenim sarsıldı.

Ama benim acı çekmem gerekmiyor muydu? Niye hiçbir yerimde ufacık bir sızı yoktu? Ölmek gerçekten bu kadar mı kolaydı?

Yabancı olan bir sesten, "Allah kahretsin!" lafını işitince gözlerimi yavaşça araladım.

Gördüğüm bu iğrenç görüntü üzerine bacaklarımın beni tutmamasıyla yere düştüm ve çığlıklar atmaya, bağırarak ağlamaya başladım.

Kum TanesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin