14. BÖLÜM

350 21 4
                                        

Resim: Ecem Dağlar
Şarkı: Cary Brothers- Take your time

Ecem gözlerini benden kaçırarak, "Ya senle uğraşamicam." demesine karşılık güldüm.

Sen daha bu sabah beni tehdit etmemiş miydin sarı çiyan? Şu an karşımda korkudan gözlerini kaçırıp duruyorsun. Komik.

"Benle uğraşmak zannettiğin kadar kolay değil." diyerek saçlarımı savurarak sınıftan çıktım.

Ooo çok havalı mıyım sanki ooo ! Ya sanırım kolejlerde havalı olmazsan ezilirsin. Ve ben havalı olmaya hiç alışık değilim. Yani sevmiyorum aslında böyle şeyleri. Ama bana başka bir şans bırakmadın Ayaztaş Koleji.

Hala Ecem'e karşı sinirli olduğumdan iç sesimi bir türlü susturamıyordum.

Ha ha hay! Sen misin beni tehdit eden? Belli ki paradan başka sahip olduğun hiçbir şey yok!

Üzgünüm tatlım ama parayla karakter alınmıyor!

Aa bakın bu cümle -söz- çok güzel oldu. Eğer bir gün benle yine tartışır da olay karaktere gelirse bunu kesinlikle kullanacağım.

Bahçeden çıkarak otobüs durağına doğru ilerledim. Kolejden çıkıp otobüs durağına yürümek. Hım, kolej ve otobüs durağı. Ve bu da gerçekten komik.

Otobüsü bekleyeli yedi dakika olmasına rağmen hala ortalıkta bineceğim otobüs gözükmüyordu.

Otobüs sağdan geleceği için hep sağa bakıyordum. Kafamı sıkıntıdan sola çevirince Cenk'in bana doğru yürüdüğünü görür görmez bodoslama -hızlı bir şekilde- yürümeye başladım.

Hohohooo, otobüs geliyor! Zamanlamayı seveyim! Otobüsün durması içim kolumu kaldırıp bir işaret verdim. Kapı açıldığı an içeriye girmek için bacağımı basamağa kaldırdığımda biri beni kendine doğru çekerek otobüse binmemi engelledim.

Ve bingooo, tabiki Cenk ! En son baktığımda aramızda en az elli metre vardı. Sen bu mesafeyi beş saniyede nasıl koştun oğlum?

Ona, 'Ne yapıyorsun?' der gibi bakınca gözlerime sinirlice bakarak konuşmaya başladı.

"Benle geliyorsun." Ooo yine mi tehdit ooo !

"Hayır." diyip otobüse adım atacak iken tekrar çekti.

"Bırak!" Yüksek sesle bağırınca otobüs şoförü araya girdi.

"Biniyorsan bin, tüm gün seni bekleyemem kızım."

Şoföre dönüp, "Ya şoför bey amca, beni rahat bırakmıyor. Bir şey söyler misin?" diyince şoförden önce otobüsteki kadınlar söylenmeye başlayınca şoför ağzını açar açmaz kapattı.

"Oğlum bıraksana kızı!"

"Ne biçim çocuksun be sen bırak kızı!"

"Kız seninle gelmek istemiyor, ne diye ısrar ediyorsun hala çocuğum?" Ah teyzem benim, tüm dualarım sana olsun. Ne güzel de söyledin öyle, ağzından bal damlıyor bal !

"Bak duyuyorsun. Seninle. Gelmek. İstemiyorum." Her kelimeyi teker teker söylemiştim.

Cenk'in yine alnındaki damar kabarmaya başlayınca korkmaya başladım ve arkamı dönerek otobüse bindim. Valla bindim. Cenk Bey engel olmadı, hayret!

"Seni o etekle otobüse tek başına bindirmem!" diyerek arkamdan otobüse bindi.

Otobüse bindiğime mi sevinsem, Cenk'in peşimden gelmesine mi üzülsem? Bak bilemedim şimdi.

"Ne? Sen? Sen napıyorsun? Ne yaptığını sanıyorsun? Çık dışarı!" O kadar sinirliydim ki sesimin titremesine engel olamamıştım.

"Artık istesem de çıkamam güzelim." Ve yine o muhteşem yandan gülüş. Bu kadar sinirliyken bile nasıl oluyor da bunu düşünebiliyorum, aklım almıyor.

Kapının kapandığını ve şoförün otobüsü sürmeye başladığını tartışmaktan fark edememiştim.

Şoföre, "Abi, şu yanımdaki çocuk inecekmiş!" diye seslendim.

"Kaptan, sakın açayım deme!" diye şoföre seslendi Cenk. Ya bunun herkese emir verme gibi bir huyu mu var?

Biz böyle tartışınca şoför de dahil olmak üzere bütün otobüs kahkahalarla gülmeye başladı. Kötü olansa ben de gülmeden edememiştim. Benim güldüğümü gören Cenk'de gülmemek için çenesini sıkıyordu, fakat kendisini tutamayınca o da gülmeye başladı.

"Tamam güldük, eğlendik şimdi gidebilirsin." Ciddi bir ses takınmıştım. Gözlerimi Cenk'ten ayırarak oturanlarda gezdirdim.

Bir kişi de kalkıp yer vermiyor be. Abla sen o ufacık çocuğu koltukta oturtmuşsun, bir de cam kenarı tarafındaki koltukta. Vaay kurnaz karı!

Dur şimdi kadına bakış atayım da çocuğu kaldırsın. Nerden mi çıktı bu? Ben ne zaman otobüste otursam oturmak isteyen kişi gözlerini bana dikiyor -rahatsız edici bir şekilde, sürekli bakıyor- ve kalkmamı sağlıyor.

Ama iki dakikadan beri kesintisiz bakıyorum ve yok! Yok, hareket bile etmiyor. Of! Galiba rahatsız edici bir şekilde bakamıyorum. Çok mu beceriksizim acaba?

"İnebilir miyim?" diye şoföre seslenmemle şoförün ani fren yapması ve Cenk'in bedenine doğru yaslanmam -istemeden-... Sadece birkaç saniye içinde bunlar gerçekleşmişti. Acaba şu üç sene içinde -10. 11. ve 12.sınıf- kim bilir daha neler olacaktı.

Ya arkadaşlar, ben aksiyondan bıktım. Normal hayatıma, eski sıkıcı hayatıma geri dönmek istiyorum. Eski hayatımdaki tek ekşın sınavlara çalışmam ve girmemdi.

Cenk'e yaslanmamla kollarını belimde hissetmem bir olmuştu.

"Ahh!" diye sessiz bir şekilde inleyince yüzünde çarpık bir gülümseme olacağını tahmin ettim. Çaktırmadan yüzüne bakmak için kafamı kaldırdığımda tahminimin aksine ciddiydi.

Cenk Ayaztaş. Farklıydı. Çok. Kimseye benzemiyordu.

Otobüs durunca Cenk'ten ayrılıp otobüsten çıktım. Soğuk havanın yüzüme çarpmasıyla kendime geldiğim söylenebilirdi.

Kalbimin böyle atmasına, böyle değişik hissetmesine anlam veremiyordum. İstemiyordum böyle bir şey. Daha ismini bile söylemeye cesaret edemez iken yaşamak istemiyordum.

Benim lise planlarımda bunlar yoktu. Tek istediğim liseyi başarıyla bitirip güzel bir üniversite kazanmaktı.

Cenk... Cenk planlarımda yoktu. Hiç.

İyi de, aşk zaten plansız bir şey değil miydi?

İstediğin kadar plan yap, derin derin düşün, aşk gelir bütün hesapları bozmaz mıydı?

Aşk...Plansız

Aşk...Yargısız

Aşk...Yarınsız

Kum TanesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin