Resim: Kıvanç Atabey
Şarkı: Ross Copperman - Holding on and letting goKarşımdaki çocuk ben çığlık atınca bana şaşkın bir ifadeyle baktı. Ben hala ona bakarken,
"Ne bağırıyorsun kızım?" Ne demek ne bağırıyorsun, kapıda ne işin var?
"Sen kimsin?" dedim onun sorusuna cevap vermeden.
Yönelttiğim soruya Cenk cevap verdi. Sen ne ara geldin ya?
"Kıvanç. Hiç mi görmedin okulda?" Kıvanç mı? Üstelik bizim okuldaymış. Sanki etrafı inceleyip duruyorum, nasıl görücem?
Kafamı sağa sola salladım ve yere bakarak, "Hayır." dedim.
Kıvanç... Dağınık, dalgalı ve sarı saçları vardı. Kaşları bile saçlarıyla aynı renkti. Uzun boyluydu ve çok fit yapısı vardı. Özellikle dişleri inci gibiydi. Cenk'e göre daha çocuksu bir yüzü vardı. Ve yakışıklıydı, sahiden. Bir kızın ilgisini çekebileceğine kalıbımı basabilirim. Ha şunu da söylemezsem içimde kalır; gerçekten çok etkileyici bakıyor.
Hala lavobonun önünde olduğumu Kıvanç'ın, "Güzellik çık da biz de kullanalım şurayı." demesiyle fark ettim. Gülümseyerek kapının önünden çekildim ve merdivenlerden aşağı inmek için yürümeye başladım. Cenk'in de arkamdan gelen ayak seslerini duydum.
Yemek için masaya oturduğumda tabağımda köfte, patates ezmesi ve pirinç pilavını görünce mutluluktan uçabilirdim. Hem çok açtım hem de bu menüyü çok seviyordum. Yemeğe başlamak için Cenk'in başlamasını bekledim. Ne o, ne de ben tabaklarımıza dokunmuyorduk. Ben ayıp olmasın diye başlamıyorum, o durmuş bana bakıyor.
"Sevmiyor musun?" dedi tabağa bakarak.
"Hayır, çok seviyorum." diye karşılık verdim.
"Niye yemeye başlamıyorsun?" Ona, senin başlamanı bekliyorum diyemezdim. Bir bahane aramaya çalışırken aklıma gelen ilk şeyi söyledim.
"Kıvanç." dedim. Cümleye devam edecektim ama Cenk'in yüz ifadesinin değişmesiyle biraz bekledikten sonra devam etmeye karar verdim. "O geldiğinde beraber yemeye başlarız." Ay dövecek gibi bakıyor. Niye öyle bakıyorsun kuzum, insanın ruhunu bile korkutuyorsun.
Sesini sertleştirerek, "Başla." dedi.
"Ha-" Sözümü kesti.
"Başla." Bu sefer sesi daha da sertti. Alnındaki damarın kabardığını gördüm. Neye sinirlendiğini veya kızdığını bilmiyorum ama zorlamaya gerek yoktu, ölmek için henüz çok gençtim. Çatalla bıçağı elime alarak köfteleri dilimlemeye başladım.
"Bade nerde?" Kafamı tabağımdan kaldırmamıştım.
"Uyuyor." Kafamı salladım. Dilimlediğim ve çatala batırdığım köftelerden birini ağzıma atacağım sırada Kıvanç'ın sesiyle çatalımı tabağa koydum.
"Oo güzellik, bizi beklemek yok mu?" Cevap vermedim ve Cenk'e gözlerimi diktim. Cenk'in alnındaki damar zaman geçtikçe kabarıyordu, hatta her an patlayacak gibi duruyordu.
Kıvanç'ın da masaya oturmasıyla yemeğe başladık. Cenk gözlerini benim yanımda oturan Kıvanç'a dikmişti. Hem elini yumruk yapmıştı, hem de açık kahverengi gözleri simsiyah olmuştu. -Artık açık kahverengi demek yerine bal rengi demek istiyorum- Uzun kollu tişörtünün kollarını yukarıya doğru çekince, sadece alnındaki damarın kabarmadığını da fark ettim. Kollarındaki damarlar bile 'Ben burdayım!' diye bağırıyordu. Yemek tabağının yanına elimdeki çatalı yavaş bir şekilde bıraktım.
"Cenk." dedim kısık bir sesle ve elimi alnıma, kabaran damarının olduğu yere götürdüm parmaklarımı alnımın üzerinde gezdirerek ciddi bir şekilde ona baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kum Tanesi
Teen Fiction"yani şu hayatta senin bile yerin dolacaksa inanacak hiçbir şeyim kalmaz"