"1850 yıllarında bir turnuva düzenlenmişti. Turnuvanın amacı küçük çaplı yerlerde yetişen savaşcıların ileride tehlikeli olma durumuna karşın, birbirlerini öldürüp aralarından en güçlü olanın hem ülke için tehlikeli kişileri katledip hem soylu ailelerden birisini koruyucu şovalyesi olabilmesiydi.
Calwen Di Etras isimli namı değer genç "Tanrı'nın Koruyucu" lakabındaki kişi, turnuvadaki savaşcılar, turnuvayı düzenleyen askerler, izleyiciler olmak üzere ülkenin dörtte ikisini katletmişti. Bu başarısı(!) sayesinde şovalye olarak İngilteredeki ufak bir kasabadan soylu bir ailenin yanına gitmişti.
Ailenin en büyük oğulları olan Sir IV. Jazer de Grin'in kişisel korumasıydı olmuştu. Görevi ise aldığı tehdit mektuplarını gönderen kişiyi bulup öldürmesiydi. Bu iş onun için kolay olduğu için görevini bitirmesi üç gün almıştı. Ancak Jazer in isteği üzerine gerçek anlamda koruma olarak yanında kalmıştı. Yaklaşık dört yıl boyunca her gününü, her saniyesini onun yanında geçirmişti. Jazer'den yalnızca kargalara karşı şefkati değil, fazlasını öğrenmişti. Kendisine ilk kez bu denli yakın ve samimi davranan ilk adama aşık olması kaçınılmazdı... Bunu Jazer de öğrendiğinde, aldığı tek tepki bir öpücük ve tebessümden ibaretti. Tabii ki onları gören bir olakdan habersizlerdi... Jazer'in ailesi bu durumu pek iyi karşılamamıştı. Öyle ki, haberi söyleyen olağın kafasını kesmişlerdi.Calwen'i öldürmek için tuttuğu yirmi farklı okcu başarısız olduğunda Jazer durumu anlamıştı. Sevdiği adamın yaşaması için kaçmaya kalkıştıklarında ise durum çoktan karışmıştı.
En son dağ yamacı diye adlandırdıkları, ölenlerin cesetlerini attıkları yerde tuzağa düşürülüp çevreleri askerlerle çevrelenmişti...
Calwen silahsız olduğu için Jazer'i korumak için kullanabileceği tek silah bedeniydi. Jazer'e yaklaşan okun önüne atladığında şaşırtıcı şekilde hayatında ilk kez şevkatle yaklaştığı varlık olan kargası, oku onun yerine göğüslemişti. Okdaki zehir karganın son acı çığlığını atmasına sebep olduğunda, Calwen Jazer'i hedef alan ikinci oku tam olarak göğdesine yemişti Hayatı buradasonlandığında gözlerini yeniden açtı, işlediği günahlar yüzünden kölelikten şeytanlığa yükselip ölen karga ruhunu buldu, isimlendirdi ve o karga ruhu ona baba demeye başlamıştı.."Alex şaşkın şaşkın Asima'ya baktı. Calwin'in de aynı surat ifadesine sahip olduğunu fark etmişti.
"Cidden olaylar senin gözünden böyle mi gelişti?"
"Evet. Neden?"
Calwin aldığı cevaba kıkırdadı. "Aslında o kadar çaresiz değildim. Ölürken tek üzüldüğüm şey Jazer'in yüz ifadesiydi.""Biliyorum. Ruhum hala bedenimdeydi. Üstelik, sen öldükten sonra epey bir ağladı." Calwin gülümseyip Asima'nın yanaklarını sıktı. "Fazla konuşma"
Alex gözlerini kısıp gülümsedi. "Bu... tam senlik bir hayatmış sanırım..."
"Evet.. kısa yaşadım ama tam benlikti." Dedi Calwin tebessüm ederken. "Biz sohbet ediyoruz ama, gerçek dünyada umarım işler çok karışmıyordur..."
----
Sarışın gözlerini araladığında sabah olduğunu fark etmişti. Yağmur sesi geliyordu. Karşısında ise pencerenin perdesinin kenarını aralamış, sırtı dönük bir delikanlı vardı. Üzerine Sarışın'ın gömleğini geçirmişti.
Elini cama yasladı biraz daha dizlerinde doğrulurken. Derince nefes aldı. "Bunu yapabilirim... Ona söylerim... Çok kızacak, vuracak, ağlayacak ama... eğer bilmezse... of, Tanrım!" Alnını cama yasladı iç çekerken.
Ne hakkında düşünüyordu? Bahsettiği kişi kimdi? Shizuo sessiz kalıp dinlemeye çalıştı bir süre daha. Ama İzaya yalnızca ağlamaklı bir ifadeyle yağmuru izliyordu.Elini beline doladı İzaya'nın ve çekip bir anda kollarını tüm bedenine sardı. Başını göğdesine koydu bedenin.. "Buz gibi olmuşsun."
Bundan daha soğuk olduğunu hatırlamıyorum... diye düşündü sarışın.
İzaya gülümsedi. "Saat daha beş. Uyumalısın Shizu-chan." Cılız ince parmakları saçlarına dolanırken Gözleri ağırlaşıyordu Shizuo'nun. "Uyumalısın... beni unutana kadar..."
~~~
Sarışın panikle uyanıp etrafa bakındı. İzaya yanında yoktu. Aceleyle yataktan kalkıp etrafa bakındı. bulundukları kattaki her odayı tek tek gezdi, dolaplara kadar bakındı. Nefes nefese aşağıya indi. Kapıyı açtığında karşısında kahvaltı hazırlayan İzaya'yı beklerken, bomboş mufağı görmek iyice umutsuzluğa kapılmasına sebep olmuştu.
Hemen dönüp diğer odalara bakındı. Hiç kimse yoktu...
Elini sarı saçlarına götürdü. Kaşlarını çattı. Nereye gidebilirdi ki? İkisi birlikte bu kadar mutluyken, onu böylece bırakıp gidebilecek kadar berbat birisi değildi İzaya.
Tam ellerini duvara sertçe vuracakken kapının açılmasıyla dona kaldı. Başını solundaki kapıya çevirdiğinde, İzaya'nın sevimli bordo montuyla ve kahverengi atkısıyla; ellerinde birsürü poşet ve anahtarla kapıyı kapatmaya çalışırken görmüştü.Kalbine ve bedenine yayılan rahatlama hissiyatıyla parmak uçları sızladı dokunma isteğiyle. Koşup sarıldı sevgilisine. İzaya kalp atışlarını birebir hissediyordu. Şaşkınlıktan açılan gözlerine mani olamadı.
"Shizu-chan?"
"Aptal! Neden bir not falan bırakmadın?! Gittin sandım!" İzaya elindeki poşetleri yere bırakıp kollarını kaslı sarışına doladı. "Saçmalama. Hemen yan binanın altında market vardı. Bir iki dakika oldu gideli. Uyanacağını düşünmemiştim. Yıllardır bu eve girmediğimden yiyecek kalmamıştı. Ben de gidip alışveriş yaptım." Tabii ki sarışına yiyecek dışında aldığı şeyi söyleyemezdi. Gümüş, zarif, yeni bir yüzük almıştı Sarışın için.
"Ayrıca Shizu-chan, neden gidip giyinmiyorsun?" Parmak uçlarında yükselip öptü dudaklarını. "Ben de kahvaltı hazırlayayım?"Sarışın gülümsedi. "Tamam..."
Biliyoğum, korkuttum sizi bi 'omen tanrem' lafını duydum o taraflardan jfdhfd
Tanrım, nereye gitsem okuyucumla karşılaşıyorum! YERİM SİZİİİİİĞ
neyse... ben gidip YB yazyım ~_~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SHIZAYA
RandomShizuo ve İzaya karakterinin shiplendiği durarara fanfic hikâyedir iyi okumalar. -Not: Argo kelime ve küfür içerir.- İkinci kitap: SHIZAYA II - The Story Of After Death