bölüm 4

323 19 1
                                    



Eve geldiğimde Buğra daha gelmemişti. Güvenlik deki Rasim amca ,halime bakıp cık cık çektikten sonra yardıma ihtiyacım olup olmadığını sorma gereği duymuştu.

Kibarca teşekkür edip asansöre doğru resmen koştum.

On sekiz katı nasıl çıktığımın farkında bile olamadım. Çünkü o sırada kendime üzülmekle meşguldüm.

İyi ki düldülüm vardı da, fazla kişiyle karşılaşmadım. Eve girer girmez holdeki boy aynasında kendimi görünce sağanak yine başladı, hemde bu sefer gök gürültülü.

Kendimi durduramıyordum, aslında ağlayan, kendine kızan, acıyan bir kişiliğim yok.

En son bir buçuk yıl önce annemden ve evimden uzaklaştırılıp ( üvey babam tarafından) Türkiye ye resmen şutlandığımda, uçakta neredeyse tüm yolculuk boyunca ağlamıştım.

Hostesler halime üzülüp beni neşelendirmek için ellerinden geleni yapmışları da sağanağı mı yavaşlatamamışlardı.

Ağlamalarımın sebebini biliyordum, neden, çok sevdiğim, baba dediğim adam, beni acele postalamıştı! Cevap kocaman bir soru işareti.

Bu gün, yemekhane olayı değildi üzüldüğüm, kasıntı veliaht beni unutmuş, tanımamıştı, dahası kahkahalarını tutamamıştı. Bu, utanç duygusuydu beni üzen.

Duştan sonra, tanıdık, şefkatli okşayışla gözlerimi açtığımda salondaki kanepede sızmışım. Buğranın, sevgisi ilgisi bana en iyi gelen şeydi. Buğra, bana sonradan bahşedilmiş dünyanın en iyi abisiydi.

Belki de, yirmi dört yıllık yalnızlığımın ödülü, (şükürler olsun ki yüz yıllık yalnızlığım olmayacak!) annemle, babası evlendiğinde ben, on, Buğra on sekiz yaşındaydı. Daha önceden de babası bizim şirkette yönetici olduğu için sık sık karşılaşıyorduk.

Bana her zaman sevgiyle yaklaşırdı. O, da beni olmayan kız kardeşi gibi severdi. Annesi, Buğranın doğumunda öldüğü için onu, bakıcılar ve babası büyütmüştü. Annem bu nedenle çok sık bize çağırır kutlamalarda Buğrayı unutmazdı.

Buğra, on yıl önce Türkiye ye  gelip bu evi almış ve kendi reklam şirketini kurmuştu. Bana her konuşmamızda " odan hazır çiçeğim okul bitsin gel yanıma "diyordu.

Babası onun durumunu kabullenemiyordu da, o nedenden gelmişti Türkiye ye 

Tabi, hiç ciddiye almamıştım. Ta ki, zorla gönderilene kadar. Buğra'nın da, bu olanlardan haberi olduğunu tahmin ediyorum. 

Ne zaman konuyu açsam, hep geçiştirdi ve aşırı korumacı davranıyor. Anneme o damın bir sözüyle beni gönderdiği için öyle kızıyordum ki!

Markete bile göndermiyor. Sadece bu aralar "tedbirli davranmalıyız  "diyor. Siyah, küt kesim peruğum, kalın siyah çerçeveli numarasız camlı gözlüklerim ve her daim giydiğim siyah, lacivert ve gri pantolon ceket  takımlarla annem görse beni tanıyamaz.

Takımın içine renkli badi  giymeme ses çıkartmıyor. İşin garibi bunların hiç birini baskı kurarak veya beni zorlayarak yaptırmıyor.

Bunlar beni mutsuz.! eh   kılmıyor. Amerika da da annemin yönlendirmesiyle hep görünmez olarak yaşamayı öğrendim. Ne mezuniyet, ne de, okul partilerine giderdim. Kendimi mutlu etmeyi hep bildim.

"Polyannacılık değil mi bu? Ben böyle ön görmemiştim senin için"

Offf  , yine yazar karışıyor işime, hani söz vermiştiniz karışmayacaktınız?

"Ama bu kadar kusursuz kişilik akıllara ziyan, kötü örnek oluyorsun okura. Senin gerçekliğine nasıl inandıracağım onları."

Meraklanmayın sayın yazan, ilerleyen bölümlerde kusurlarımı göreceksiniz zaten, o zamanda yakınmayın.

 Kafamı karıştırdı yine, ha ne diyordum. Buğra beni arkadaşlarına ve iş çevresine kız arkadaşı olarak tanıttı.

Bu da, işime geldi. Nadir olarak katıldığımız etkinliklerde o da, bende, rahatsız edilmedik.

Ben zaten kamufleli halimle sıfır cazibe, ama Buğra  yakışıklı ve karizmatik haliyle her daim kendine baktırır. Hatta, kızların beni bakışlarıyla öldürdüklerine, bir çok kez şahit oldum.

 Abim , gey ve bunu benden hiç bir zaman saklamadı, bu onun tercihi, bu nedenle onu yargılamaya veya kınamaya asla hakkım olamaz. Onu, her halinle çok seviyorum tek yakınım canım benim.

Yemeğimizi, Buğra'nın neşeli ve komik halleri eşliğinde yedik. Beni güldürmeyi, mutlu etmeyi her zaman başarmıştır. Bunu nasıl yaptığını hiç bir zaman anlamadım!

Kahvelerimizi içerken döküldüm, olanı biteni noktasına, virgülüne kadar anlattım.

Yeni bir sağanak başlatmadan bitirmeyi başarmıştım, ama Buğra dudaklarımın titrediğini yüzümün düştüğünü elbette ki anlamıştı.

Bana saatler gibi gelen bir süre sessiz kaldı ve beklenen oldu, Buğra patladı.

"Yarın işe gitmiyorsun, hemen şimdi istifanı yazıp bana veriyorsun. Kendim gidip o, orsp.. çocuğuna vereceğim ve biraz da hal hatır soracağım.

Bu arada, benim mis kokulu çiçeğimin yüzünü kimse solduramaz.

Hem, senin zaten çalışmana gerek yok . Onların, kıytırık holdinglerinin içine ederim ben, kim oluyorlar yaaa .

Yarın babamı arayıp sana burada ki şirketlerden birinde yöneticilik ayarlamasını söyleyeceğim. Kızım, senin o şirketlerdeki hissen %61 sen gidip ne idüğü belirsiz adamların ağız kokusunu çekiyorsun.

Yoookkkk, ama sen " İlla da ayaklarımın üzerinde durmayı öğrenmeliyim tecrübe edinmeliyim" falanda filan, zırvalayıp duruyorsun.

Al sana tecrübe, bu mudur yani istediğin, yoksa o Ali itini, daha fazla görebilmek mi? Anlamadığımı sanıyorsan, beni hala tanıyamamışsın. Sen benim kıymetlim sin, hem anam, hem bacım, hem arkadaşım, sırdaşım sın.

Senin kirpiğin düşse, benim canım yanar anladın mı!"

Buğra, bu kadar lafı soluksuz söylerken sesi de bir hayli yükselmişti. İstemsiz, birkaç damla yanaklarımdan süzülürken bana sarıldı.

" Gel buraya çiçeğim, tamam üzülme artık, sen nasıl istersen her şey öyle olacak."

Abimin, kollarında, huzur ve mutluluk içinde uyuyakalmışım. Sabah yatağımda gerinirken sebepsiz bir sırıtış dudaklarımda belirince, bu günün cumartesi olduğunu anlayıp sırıtışımı, tüm yüzüme yaydım.

Banyo da duşumu alıp dişlerimi fırçaladıktan sonra, Buğraya, tam da onun sevdiği gibi mantarlı omlet yapmak için mutfağa gittim.

Önce çay, o demlenirken sofrayı hazırla, domatesler, birkaç biber pörtlet, ekmeklere tereyağı sür, fırına koy ve final. Buğra gözlerini ovuşturarak tüm yakışıklılığıyla yanımda.

" Günaydın, dünyanın en yakışıklı abisi "

"Günaydın, dünyanın en mis kokulu çiçeği. Bu ne enerji, sabah sabah, dün sen gök gürültülü sağanak yağışlı değil miydin? Bu gün, parçalı bulutlu olursun sanmıştım."

"Veeeee beni pırıltılı ,parıltılı yapan bir güneşim var. Ondandır abümmmm."

Sarıldık. Dışarıda havada gerçekten pırıl pırıldı. İçimden parklarda, açık alanlarda gezmek banklarda oturup, havayı koklamak geldi.

Belki bir kaç martıya simit bile atardım deniz kenarına gidip.

BENİ NEREDE UNUTTUN( bitti)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin