Ebru o kazayı yaşayalı iki hafta olmuştu ve bundan bir hafta önce artık hiçbir sorun olmadığına kanaat getirildiğinde hastaneden taburcu oldu. Öte yandan neredeyse her gün Oğuz'un çalıştığı kafedeydi. Sürekli görüşüp buluşuyorlardı ve ben de Ebru'yu mutlu edebilmenin sevincini kendi içimde yaşıyordum. Onların hiçbir buluşmasına gitmemiştim. Ebru her ne kadar bana değer verip önemsese de Oğuz ile birlikteyken arka plana atılacaktım. Sorun ettiğim bu değildi, öyle olması gayet doğaldı. Onların konuşmaları arasında bizim Emreyle diyaloğa girdiğimiz kelimeler, cümleler geçerse illaki moralim bozulacaktı ve ben bu moral bozukluğumu onlara bulaştırmak, onların durumundan hoşnut değilmişim gibi bir tavır sergilemek istemiyordum.
Zamanla tüm bunları aşacaktım ve aştıktan sonra benden kurtulamayacaklardı.
Henüz sevgili değillerdi. Ebru bu konudan yakınıp duruyordu. Ya beni arkadaş olarak görüyorsa korkusu ağır basıyordu ama farklı bir bakış açısı olarak Oğuz'un Ebru'yu arkadaş olarak görebileceğini sanmıyordum zira ben ona Ebru'nun kendisini sevdiğini söylemiştim. Buna rağmen onu arkadaş olarak görüp ona ümit veriyorsa ben onun adamlığından şüphe ederdim.
Yaz tatilinin son günleri yaşıyorduk ve bu da sonbahara girmekte olduğumuzu gösteriyordu. Bu aylar sonbaharın başlangıcı olmakla birlikte nefret ettiğim birçok şeyin de başlangıcıydı.
Önce yavaş yavaş dersler başlayacak ardından yazılı ve üniversiteye geçmemizi sağlayacak olan ama içerisinde üniversiteye hazırlıkla alakalı hiçbir şey barındırmayan o saçma sınavlara hazırlık dönemi başlayacaktı.
Psikoloji bölümünü kazandığımda şuan burada gördüklerim tek bir defa daha karşıma çıkmayacaktı. İnsanlarla ilgilenirken ne onların sorunları hesaplayacak ne de onların anne ve babalarından aldığı bilmem ne genleri inceleyecektim.
Karşıma çıkmayacak şeylerle beni sınav tabii tutmaları oldukça saçmaydı.
Kendi içimde konuşmaktan vazgeçip yan tarafımda kahvesini yudumlayıp belgesel izleyen babama döndüm. ''Annemden bir haber var mı?'' başını iki yana sallarken gözünü belgeselden ayırmamıştı.
''En son ailesinin yanında kaldığını ve psikolojik durumunun hiç iyi olmadığını öğrenmiştim.'' Zaten iyi bir psikolojisi yoktu. Daha ne kadar kötü olabilirdi merak ediyordum.
''Ne yapmayı düşünüyorsun?'' belgesele o kadar odaklanmıştı ki kafasını bana çevirme ihtiyacı hissetmiyordu. Neyi izlediğini merak edip ekrana baktığımda timsahın ceylanı yiyişini görünce yüzümü buruşturup babama döndüm.
''Boşanma davası açtım biliyorsun. O da bunu onaylamış. Zaten boşanmaya meyilliydi buna şaşırmadım. Şimdi amacım ona psikolojik tedavi sağlamak. Büyükbabanın bunu karşılayacak durumu yok. Bunu ben üstleneceğim onlarsa anneni ikna edecekler.'' Başımı anladım anlamında salladım. ''Bunu ne zamandır düşünüyorsun?''
''Boşanma davasını açarken verdiğim bir karardı. Her ne yapmış ve her ne yaşatmış olursa olsun. Seni bana verdiği için bu benim görevim.'' Kahvesinden bir yudum alırken ''Baba.'' Dememle kafasını ilk kez bana çevirdi.
''Hala seviyorsun değil mi?'' kahveyi zorlukla yuttuktan sonra bir kez daha yutkundu. Ben cevabımı almıştım.
''Sevgi denilen şey araya ne girerse girsin, kolayca bitecek, yok olacak bir duygu değil. Tabi ki bu olumsuzluklar ve yaşanmışlıklar insanı yıpratıyor ve sevgisini köreltiyor ama bu tamamen silip atmak anlamına gelmez.'' Cevap verip tekrar televizyona döndüğünde bir soru daha yönelttim.
''İnsan niye sever baba veya kendine zarar veren kişiyi neden sevmeye devam eder?'' bana dönüp bir süre yüzüme baktı. Yüzümü okumaya çalıştığının farkındaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece'nin Kelebekleri
Teen Fiction-Wattys 2018 Son Liste- İnsanoğlu duygularına hakim olamayan bir varlıktır. Kendi içinde bir çok savaştan geçse de bazı aşkların gözle görülür imkansızlığını kabul etmez, burnunun dikine gidip kendisini yokuşa sürükler. İçindeki kelebeklerin büyüsün...