Uzun zamandır yani hastanede uzayı gördüğümden beri görmediğim sokağı görünce istemsizce kaşlarım çatıldı. Gözlerimi etrafta gezdirmeye başladım. Sokak boştu. Yavaşça yürüyerek bir apartmanın merdivenine oturdum. Merdivenin üstündeki toz ve toprakları görmezden geldim. Yüzümü ellerimle kapatarak derin nefesler almaya başladım. Dışarıdan birkaç ses geliyordu fakat çözemiyordum. Ama başımda bir sızı vardı. Gözlerim kapalı olmasına rağmen önümden geçen karartıyı hissetmiştim. Yanımda birini hissettiğimde yumduğum gözlerimi açıp elimi yüzümden çektim. Gözlerimi yanımdaki kişiye çevirdiğimde hiç doğmayan kız kardeşimi gördüm. Çağlaya baktım. Gülümsüyordu. Onun gülümsemesi benide gülümsetmişti. Gözlerini benden çekip arkama baktığında gülümsemesi dahada genişledi. Omzumun üstünden arkama baktığımda annem ve babamı görünce gözümden bir damla yaş aktı. Ayağı kalkıp koşmaya başladım. Bir yandanda kaybolmamaları için dua ediyordum. Koşup sıkıca annemin boynuna atladım. Annem sıkıca bana sarıldı. Çağla annemle arama girip kollarını bacaklarıma doladı. Babamsa hepimizi sarmalamıştı. Hiçbir hayal bu kadar güzel olmamıştı. Onlardan ayrılıp hepsini öptüm. Çağla babamın elini tutup bana el salladı. Rüyamın bitmesini istemiyordum. Babam ve çağla uzaklaşırken annem yanıma gelmişti. Elini yanağıma koydu. Onlarla gitmek istedim. Bir adım attım ama annem konuşmaya başlayınca olduğum yerde donakaldım.
-"Şimdi olmaz Çisem. Abinin sana ihtiyacı var." Yanağımın üstündeki elini tuttum.
-"Ama sizinle gelmek istiyorum." Sesim küçük bir kız çocuğu gibi savunmasız ve şımarık çıkmıştı. Annem bana burukça gülümsedi. Elini çekip yürümeye başladığında gözümden birkaç damla yaş süzüldü. Annem gözden kaybolduğunda ise ne yapacağımı bilemedim. Öylece durup ağladım. Tek istediğim onların yanında olmaktı. Ama abimi yalnız bırakmamam gerekti. Dışarıdaki sesler artık daha netti. Ne kadar uyanmak istesemde kalp atışlarımı duyduğum bu rüyadan uyanamıyordum.Çağrının ağzından;
Çisemi camın arkasında izlemek beni mahvediyordu. Son dayanağım uykudayken onu hep yaptığım gibi gıcık ederek uyandıramıyordum. Su dökerek,saçını çekerek,yataktan iterek veya gıdıklayarak uyandırmayı ne kadar istesemde uyanmayacağını biliyordum. Mustafa beyin (çisemin doktoru) yanına gittim. Odasına girdiğimde üzgün görünüyordu. Karşısındaki koltuğa oturdum. Ellerimi birbirine kenetledim ve duvara vurduğumda parçalanan elime baktım.
-"Çisemin yanına girmek istiyorum." Ağzımdan benim bile güçlükle duyduğum bir ses çıkmıştı.
-"Anlıyorum fakat gerçekten bu hasta için pek güvenli değil." Söylediğim şeyi duymasına şaşırsamda kendimi topladım.
-"Bakın Mustafa Bey,o benim geride kalan tek parçam,ailem,her şeyim. Ve ben onun yanına gitmek istiyorum. Ne kadar inanmak istemesemde o kalp durmadan yanına gitmek istiyorum. Anlıyor musunuz?"sesim sonlara doğru kısılmıştı. Doktor varla yok arasında kafasını olumlu anlamda sallayınca kısaca "sağolun" diyerek kapıyı çekip çıktım. Hemen odanın yanındaki lavaboya kendimi attım. Aynadaki görüntüm beni bile korkutmuştu. gözlerimin içi kıpkırmızı gözlerim altı ise mosmordu. Yüzüm bembeyaz olmuştu ve dudaklarım çatlamıştı. Ağzımdaki çamur tadı ve kanlı elim ise kendimi pis hissetmeme neden oluyordu. Elimi yüzümü soğuk suyla yıkayıp çıktım. Birkaç kişiyle görüşüp odaya alındım. Üzerimdeki su yeşili önlüğe bakıp burukça gülümsedim. En sevdiği renk su yeşiliydi. Ama eğer temel renk seçmesi gerekiyorsa dakka düşünmeden mavi derdi. Birkaç saniye kapının önünde çakılı kalsamda yavaşça ilerlemeye başladım. Sedyenin yanında durduğumda yüzüne baktım. Benden eksik kalır yanı yoktu. Teni bembeyaz yüzü ve vücudunda morluklar ve dudağındaki çatlaklarla çok cansız görünüyordu. Kızıl saçlarının birkaç tutamı boneden dışarı fırlamıştı. Parmağındaki mandala bakıp elini avuçlarımın arasına aldım. Elimdeki buz gibi ellerle gözlerim doldu. Soğuğu seviyordu ama hiç bir zaman teni soğuk olmazdı. Göz yaşım eline düştüğünde kuru elinde göz yaşımın çizdiği ıslak yol belli oluyordu.
-"Ne olur uyan. Ne olur çisi. Bir şey itiraf edeyim mi küçükken sana seni sevmediğimi ve üniversitede senden kurtulacağımı söylüyordum ya yalandı. Ben senden 2 gün dahi konuşmadan yapamıyordum ki nasıl bırakıp gideyim. Şimdi uyan. Benim için kalk ne olursun." İçeri giren hemşire ile çıkmam gerektiğini anlayıp elinin üstünü öptüm daha sonra ise koşar adım çıktım odadan. Üstümdeki önlükleri çıkarıp hastaneden dışarı attım kendimi. Arabaya doğru ilerleyip pantolonumdaki anahtarı alıp kapıyı açtım. Hastanenin otoparkından çıktığımda trafiği görünce istanbulda olduğumuza lanet ettim. Hiç bilmediğim bir ara sokağa daldım. Boş yollarda nereye gittiğimi bilmeden sürdüm. Sonunda ıssız bir yere geldiğimde arabadan inip kapıyı kapattım. Arabanın önüne yaslanıp boş gözlerle gökyüzüne baktım.
-"Anne baba siz birşey diyin çiseme ne olur. Gelmesin yanınıza." Kendi kendime konuşurken omzumda hissettiğim elle irkildim ve doğrulup arkama baktım. Mahçupça bakan kızı gördüğümde afalladım.
-"Deren?"Uzayın ağzından;
Odamda yatağımın üstünde oturmuş boş duvara bakıyordum. Kumsal ve melodi koltukta uyuyorlardı. O kadar ağlamışlardı ki artık bitkin düşmüşlerdi. Kumsalın sarı mavi saçları ve melodinin kahve saçları karışmıştı. Uyurken çisemin adını sayıklamaları dişlerimi sıkmama neden oldu. Çağrı hastanede değildi bildiğim kadarıyla. Yataktan kalkıp kapıya yöneldim. Doruğa bakmaya gidecektim. Ağır dozda sakinleştiricinin etkisini yeni yeni atlatmıştı. Birkaç metre uzaktaki kapının önüne geldiğimde kapıyı çaldım. Ses gelmeyince odaya daldım. O da öylece duvara bakıyordu. İkimizde hiçbirşey söylemedik. Yanına oturdum ve ona eşlik ettim. Çiseme kısa sürede alışmıştık. Sıkıntıyla ofladım ve aklıma o akla takılan "of deme oh de" reklamı geldi. Düşündüğüm şeyin saçmalığını fark edip ciddileştim. Ayağa kalktım ve birşey demeden odadan çıktım. Hastanenin arka kapısına doğru yürümeye başladım. Kapının önüne geldiğimde bahçeye göz gezdirdim. fazla sessiz ve boştu. Sadece bankta uyuyakalmış bir adam vardı. Adımlarımı hızlandırarak ağaçlık alana doğru yürüdüm. Ağaç evin önüne gelince durdum. Eli tırmalayan tahtadan merdivene tutunup çıkmaya başladım. Ağaç evin kapısısını itip içeri girdim. Her zamanki pufuma oturup kafamı ellerimin arasına aldım. Tek duyabildiğim nefes alışverişim ve kalp atışlarımdı. Ne bir araba sesi duyabiliyordum ne de ayak sesleri... Çisemin bu halde olmasının sebebi bendim. Benim yüzümden üzülmüştü. Sanırım artık onlardan uzak durma vaktim gelmişti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UZAYDA KAYBOLAN ÇİĞ TANESİ
Teen FictionBütün felaketler üst üste yığılabilir mi? Çisem en sevdiği hobiyi yaparken yani koşarken hayatının gerçeğini öğrendi. Bir felaketi atlatamadan diğer felaketi yüklenmek zorunda kaldı. Size de olmuyor mu? Sanki tüm kötü olaylar o ayı,günü,yılı beklemi...