Çalan bir telefon ve burnuma gelen o güzel koku ile gecenin bi yarısı gözlerimi açtım. Emre'nin göğsünde, üzerimizdeki örtünün göğüslerimi kapatacak sekilde örtülü bir şekilde yatıyorduk.
Emre uyku sersemligi ile başını kaldırıp telefonuna uzandı ve ekrana baktı. Yabancı bir numaraydı ama bana biraz tanıdık gibiydi...
Emre aramayı cevaplayıp telefonu kulağına götürdü.
"Gecenin bu vakti aramaya utanmıyor musunuz Berkay Bey? Hadi kendimi geçtim, kızınızın uykusunu da mı düşünmüyorsunuz?"
Babamdı arayan, o numara babamın numarasıydı.
Babam yüksek sesle konuşmuş olacaktı ki Emre telefonu kulağından çekip hoparlöre aldı.
"Bana bak Emre! Eğer kızıma bir zarar gelirse seni öldürürüm!"
Emre'nin o an kolumu cimciklemesiyle çığlık attım.
Babamın şu an sinirden delirmiş bir halde olduğunu adım gibi biliyordum.
"Anlamadım birşey mi dediniz Berkay Bey?"
"Seni polislere şikayet ettim. Gerisini onlar halledecek."
"Çok ayıp ama. Biz seni hiç polise şikayet ettik mi?"
"Eğer Evin'in o olaydan haberi olursa..."
"Yok canım, hiç olur mu? Evin neden babasının bir katil olduğunu öğrensin ki?"
"Emre!"
"Efendim?"
"Evin nerde? Onun sesini duymam gerek."
"Yanımda." dedi ve telefonu kulağıma uzattı. Bir elim üzerimdeki örtünün kaymaması için örtüde diğer elim de Emre'nin elindeydi.
Bilegimi sıkıca tutup sıkmaya başladı. O kadar canım yanıyordu ki ağzımdan kaçacak olan iniltiye hakim olamadım.
"Baba" diyebildim o an sadece gözyaşlarımın arasından.
"Kızım korkma. Seni almaya geleceğiz bitanem. Mete ile gelicez korkma."
"Baba Mete'yi getirme."
"Polisler senin için perişan oldular bitanem korkma. O adi herif sana hiçbirşey yapamaz."
Emre son cümleyi duyduğu an telefonu kapattı.
"Bu kadar acıtasyon yeter." Deyip kalktı ve üzerini giyindi.
Bilegim mosmor olmuştu. Ovalayarak Emre'ye baktığımda kapıya ulaşmış olduğunu gördüm. "Nereye?" diye sormaya korktum başta ama sonradan bana birşey yapmayacağını bilerek soruyu sordum.
Aldığım cevap harikaydı, "Tuvalete, sende gelmek ister misin?"...
***
Kahvaltı sofrasindakileri 'sini' dedikleri büyük yuvarlak tepsiye doldurup mutfağa götürdüm. Kahvaltılıkları bildiğim kadarıyla yerlerine yerleştirdim.
Mutfak kapısının sessizce kapanması geldi kulağıma. Başımı çevirip kapıya doğru baktım. Hızla yanıma gelip "Gitmek istiyor musun?" diye sordu.
"Nereye?"
"Babanın yanına."
O an ne diyeceğimi bilemedim. Donup kaldım. Emre'ye aşk gibi bir duygu ile yaklaşıyordum. Ama Emre gibi biriyle beraber olmam akıl almaz bir durumdu. Belki de anın büyüsü ile öpmüştüm onu, anın büyüsü ile istemiştim...
Bunların hepsinin aklımın bir oyunu olduğunu biliyordum. Aşk oyun değildi, parmağımda yüzük olmasa da nişanlı olarak bilinen bir insandım ben.
Gitmekle gitmemek arası...
"Hayır" dedim başımı sağa sola sallayarak.
"Emin misin?"
"Eminim."
"Peki." dedi ve mutfaktan çıktı.
Bulaşıkları da yıkadıktan sonra bahçeye çıktım. Evin yan tarafındaki taştan yapılmış ocakta kocaman bir bakır leğen, leğenin içinde domatesler vardı. Ocağa doğru yürüdüğümde Emre eliyle beni çağırdı.
Yanına gittiğimde "Daha önce hiç acılı yaptın mı?" diye sordu. Ulan sen bi sorsana acılı ne biliyor musun?
"Acılı ne ki?"
"Bak bu domatesler haşlanacak, sonra onları rendeleceğiz, sonra da tekrar içine acı biber atıp kaynatacağız."
"Salça gibi mi olacak?"
"Yani..."
"Daha önce yemedim bile."
"Senden de bu cevabı bekliyordum güzelim." deyip elindeki odunları yanan ocağın içine attı.
15 dakikalık bir sürenin ardından Emre ve Erdem Enişte domatesleri kevgir denen rende biçimi kaba yavaş yavaş döktüler. Ayşe Hala'ya bakarak bende onun gibi domatesleri -onların deyimiyle- sürtmeye başladım."Aferin gelin kızım, çabuk öğreniyorsun." dedi Ayşe Hala gülerek.
Emre'nin hafif gülmesi ve benim utanıp başımı azıcık eğmem de sevdaya dahil mi?
Ayşe Hala'nin üzeri çoğunlukla domates olmuştu. Yavaş yavaş yaptığım için benim uzerim olmamıştı ama."Ayşe Hala n'aptın ya bak bana ben temiz iş yaparım" deyip dilimi azıcık yandan çıkardım.
Elimdeki domatesi sıkmamla üzerimin batması, hayatın bana "Allah'ın sopası yoktur ışte." deme sekliydi. Emre ve diğerleri gülmekten yıkılırken ardından bende gülmeye başladım.
***
"Emre...""Efendim Enişte?"
"Oğlum madem siz Evin'le berabersiniz. Kaçırdığına göre ciddi de düşünüyorsundur. Ben diyorum ki, size ufak çaplı bir nişan yapalım oğlum."
Ağzımdaki yemeğin boğazıma durması ve aniden öksürmeye başlamam bir oldu. Emre bir yandan sırtıma vuruyor bir yandan da elindeki suyu bana uzanıyordu. Suyu içip nefesimi kontrol altına aldıktan sonra Emre'ye baktım.
"Bizi düşündüğünüz için teşekkür ederiz Enişte ama.. önce yapmam gereken şeyler var. O yüzden acele etmeye gerek yok."
"Kendiniz bilirsiniz. Ne zaman isterseniz biz burdayız."
Emre minnettar bakışlarını Erdem Enişte'ye yollayıp yemeğine döndü.
Herkes bugünkü acılı işi üzerine yorgun olduğu için erkenden uyudu. Benim de gözlerim yavaş yavaş kapanırken tüm ışıkları kapattım ve yatağa uzandım.
Kimi seviyordum ben? Mete ile nişanlıydım, ama Emre'ye mi aşıktım? 2 yıl sonra düğünüm planlanıyordu. Bunca yıldır bana hem annelik hem babalık yapan babamdan daha değerli olan adamı yarı yolda bırakamazdım, her ne kadar bir çocuğun hayatını karartsa da...
Annemin olmayışını hissediyorum şu an... hep hissettim ama bu bir ayrı sanki... sanki birine sarılmak istiyorum da, sarılamıyorum gibi... kimse yok, yapayalnızmışım gibi...
Emre yoktu bu gece yanımda... Selçuk geceleri korktuğu için onunla beraber uyuyacağini söyleyip gelmemişti yanıma. Onun yattığı yastığı alıp sıkıca sarıldım. Onun kokusu sinmişti yastığa, tenime, kalbime...
Geçer miydi o koku? Silebilir miydim onu? Silemezdim... onca yaşanandan sonra o belki beni silebilirdi ama ben onu asla silemezdim...
Alışmıştım çünkü ona... şu an bile uyuyamıyorum... çünkü onun nağmelerini hiç dinlemedim bu gece... dinleyemedim... gitarı hemen yanı başımdaydı... o olmayınca gitar olsa ne olur?
Eğer istersem beni bırakacaktı, babamın yanına götürecekti. Fakat gidemiyorum, peki neden? Neydi beni buraya bağlayan şey?
Aşk mıydı? Sanırım evet, aşktı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAKTIN BENI (TAMAMLANDI)
Romance25.06.2016 - 14.09.2017 Ben, seni basit bir kibrit parçası ile yakmış olabilirim ama sen; beni gözlerinle, teninle, herşeyinle yaktın. Ve ben seni bu denli yakamadığım için özür dilerim.