Bölüm 28

64 12 1
                                    

Mete ile aramızda geçen kısa görüşmenin ardından biraz daha vakit geçirdim. Saat 10 civarı Volkan'ın artık uyanmış olacağını düşünerek azıcık da sabırsızlıkla telefonu elime aldım ve Volkan'ı aradım.

"Alo?"

"Günaydın Volkan. Uynadırdım mı?"

"Hayır, uyanalı bir saat falan oldu."

"Bugün Emre'yi görebilir miyiz?"

"Ziyaret günü yarın. Bugün bizi asla içeri almazlar."

"Hiç mi şansımız yok?"

"Malesef."

"Peki, yarın beni Emre'ye götürür müsün?"

"Seve seve. Yarın 12'de seni alırım. Olur mu?"

"Olur. Yarın görüşürüz"

"Görüşürüz." dedikten sonra telefonunu yavaşça kulağımdan indirdim.

Bir an önce yarın olsun Allah'ım. Amin.

*Volkan*
Telefonumu sehpanın üzerine koyup odaya doğru ilerledim. Dün gece adam gibi uyku uyuyamayan sevgilimi uyandırmak için yaptığım planlar inşallah kötüye sonuçlanmazdı.

Odaya girip yatağın kenarına oturdum. Tuğba'nın sırtı bana dönüktü. Üzerindeki ince saten örtüyü göğüslerini kapatacak kadar çekmişti üzerine ve siyah örtü onu daha sexy gösteriyordu.

Korkutularak uyandırılmaktan nefret ederdi. Bu yüzden şöyle bir taktik geliştirdim:

1- Elini nazikçe saçlarına geçir.

2- Parmaklarını adeta bir tarak gibi kullan.

3- Kulağına eğil ve "Tuğba Hanım uyanmak ister misiniz?" diye fısılda.

Bu 3 aşamayı uyguladıktan sonra uykusuzsa kıyametleri koparır, uykusunu almışsa adeta bir bebek gibi gülümseyerek uyanırdı.

"Volkan n'olur 5 dakika daha uyuyayım."

"Ama uyanmazsan daha çok özlerim ki."

"Beni özlemek mi yoksa uykusuz haldeyken kopardığım kıyametler mi?"

"Tamam, tamam uyu hadi."

Uyuz karı!

"Ne düşündüğünü hissedebiliyorum!"

"Aman, iyi." diyip kalktım ve odadan çıktım.

Koridorun sonuna ulaştığımda derinlerden Tuğba'nın sesi gelmeye başladı. Beni çağırıyor şimdi de, kim bilir ne isteyecek?

Tekrar odaya girdiğimde gözlerim Tuğba'yı aradı fakat o ebeveyn banyosundaydı.

"N'oldu?"

"Volkan, acil durum. Hemen markete gitmen gerek."

"Neden?"

"Acil durum diyorum!"

"He, anladım."

Şu kadınların lanet olası ay başları!

Komodinin üzerindeki cüzdanımı alıp evden çıktım.

Marketin uzak olması ve yürümeye üşenmem beni arabaya binmeye zorluyordu. Çünkü canım arabam!

Markete gidene kadar arabada hiçbir sıkıntı yoktu. Neden eve çok az bir zaman kaldığında teklemeye başladı ki?

Bu halde daha fazla devam edemeyeceğimiz anladığımda sağa çektim. Arabadan inip kaputu açtım. Açmamla beraber içerde biriken dumanın yüzüme savrulması bir oldu. Aniden geri çekilip dumanın geçmesini bekledim. Arabanın çoğu yerinden hâlâ dumanlar geliyordu.

Eve çok az bir mesafe kaldığı için tamirci çağırmak yerine arabayı orada bırakıp yürümeye başladım. Yolda iş arkadaşlarımdan birini arayıp olayı anlattım. Anahtarı kapıdaki paspasın altına gizlememi ve arabayı tamire göndereceğini söyledi.

*Emre*
O küçük pencereden bir süre gökyüzünü izledim. Canım sıkıldıkça koğuşta göz gezdiriyordum. Çoğu kişi bir şeylerle ilgileniyordu.

Acilen Evin ile görüşmem gerekiyordu. Volkan ziyaret gününün yarın olduğunu biliyordu. Onu bana -zorla da olsa- getirirdi.

Ya gelmezse? Ya Mete'ye dönerse? Korkuyorum, çok korkuyorum. Gerçekten seviyorsa gelir ki seviyor da.

Onu takip ediyordum. Çok değil, yaklaşık 3 yıl. Dernek toplantılarına hep katıldığını öğrendiğimde onlara da katılmaya başladım. Tek amacım vardı, intikam! Onun babası beni yıllardır anne baba hasratiyle kavururken o da evlat acısıyla yansın istedim. Nerden bileyim ben kendi kazdığım kuyuya düşeceğimi?

"Emre!"

Ali Ağabey'e döndüm. Koğuşun tam ortasındaki masada oturmuş rakı içiyorlardı. Gülerek yanlarına gittim.

"Bunu nasıl aldınız içeri?"

"Üzümü ye, bağını sorma evladım. Gel işte."

Masaya oturduğumda karşı ranzada oturan amca:

"Ali, bana da doldur oğlum." diye seslendi.

Garip! Rakı içmesi değil; boynundaki Hac işareti ve elindeki Kur'an-ı Kerim'di garibime kaçan.

Ali Ağabey elindeki rakı bardağını bana uzattı ve kaşları ile dayıyı gösterdi. Kalkıp bardağı dayıya uzattım.

"Dayı ben seni anlamadım ki. Hristiyansın, Kur'an okuyorsun, diğer yandan takır takır rakı vuruyorsun."

Herkes gülerken tekrar masaya oturdum ve rakı bardağımı tepeme diktim.

Artık her şey sen gibi kokuyor Evin... Kendine iyi bak çünkü ben beceremedim.

*Volkan*
Arabanın bozulmasıyla sinirle eve gelmiş ve Evin'i aramayı unutmuştum.

Kahvaltıya oturmadan hemen önce Evin'i aradım ve arabanın bozulduğunu yarın gelip beni almasını söyledim. Hemen ardından okula gitmesi gerektiğini fakat araba kullanacak halde olmadığını söyledi.

Birkaç saat sonra yürüyerek Evin'in kapısına geldim ve zile bastım. Aşağı geldiğinde yüzünün artık çöktüğünü fark ettim.

"Çok mu beklettim?"

"Çok mu ağladın?" diye sorduğumda yüz ifadesi aniden değişti.

"Yüzün değişmiş." diye devam ettim sözlerime.

Zorlukla yutkunup arabaya doğru yürüdü. Arkasından gidip şoför koltuğuna oturdum. Sessizce dışarı bakıyordu.

"Yarın kahvaltıya bize gelsene. Ordan da gideriz olur?"

"Ben size rahatsızlık vermeyeyim. Başbaşa kalmışsınız zaten, takılın beraber."

Fazla üstüne gitmek istemediğim için 'Peki' diyerek konuyu kapattım.

Okula geldiğimde işinin çok uzun sürmeyeceğini söyledi ve arabadan indi.

Emre yokken onu korumak benim görevimdi. Hem olağan bir hastalık hem de Mete'ye karşı...

Şu an belki hastalık değil de, Mete'ye karşı onu korumalıydım. Çünkü Mete tam karşı yolda arabasında bekliyordu.

YAKTIN BENI (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin