Çantanın içinden yayılan koku ta ciğerlerime dolduğunda bu çantanın Mete'ye ait olmadığını anladım. Çünkü bu koku Mete'nin kokusundan çok çok farklıydı.
Çantadaki lacivert ve beyaz tişörtleri çıkardım. Bu tişörtler kesinlikle Mete'nin değildi. Onun bedenine uyan tişörtler değildi. Çantanın içinde kağıt, kır-dök şeyler kalmıştı fakat o an beynime bir film karesi gibi üşüşen görüntüler rahatsız etmişti.
Birinin kucağındaydım.
Bunların izlediğim bir film sahnesi olabileciğini düşünerek başımı iki yana salladım ve çantanın içindeki diğer eşyaları çıkardım.
Kağıtların arasından bir fotoğraf çıktı. Düz saçları ve renkli eteği olan bir kadın ve üzerinde pembe bir gömlek bulunan bir adam tenha bir merdivenin hemen başında oturuyorlardı. (Multimedia'da) Adam, kolunu kadının omzuna atmıştı. Adamın yüzünde geniş bir gülüş varken kadın sadece tebessüm etmekle yetinmişti. Anladığıma göre kadın mutlu değildi ve gözlerinde ufak bir duygu kırıntısı dahi yoktu.
Resmi tişörtlerin üzerine bıraktıktan sonra katlanmış kağıtlara baktım. Kenarları kıvrılmış kağıtlardı, belli ki onlara iyi bakılmamıştı.
İç içe geçmiş kağıtlardan birini açıp kötü denemeyecek kadar iyi, muhteşem denemeyecek kadar kötü yazıya baktım. Okunuyordu Allahtan!
*Emre*
Gözlerimi açtığımda Tuğba çoktan kalkmıştı. Sol elimin işaret ve baş parmağıyla gözlerimi ovalayıp duvardaki ssate baktım.21.36yı gösteren saatten gözlerimi çekip komodinin çekmecesine uzandım. Tuğba daha önce telefonumu kapatıp oraya koyduğunu söylemişti ve oradaydı da.
Telefonumu alıp patronumu aradım. Üçüncü çalışın ardından telefon açıldı.
"Emre, ekranımda adını görmek ne kadar güzel bir duygu! Çıktın demek ha?"
"Evet, sonunda kurtuldum. Bu akşam müsait misin?"
"Yarım saate kadar müsait olurum."
"Peki, ofiste görüşürüz." diyip telefonu kapattım.
Ofis dediğimiz yer, patronun eviydi.
Yataktan kalktıktan sonra başımdaki ağırkıkla birkaç dakika sendeledim. Perdeyi açıp dışarıyı hızlıca süzdüm. Rüzgarlı bir hava vardı.
Dolaptan gri kapüşonlu kazağımı ve kot pantolonumu alıp üzerime geçirdim. Odadan çıktığımda Volkan ve Tuğba mutfakta oturmuş sohbet ediyorlardı. Tuğba kapıya doğru yöneldiğimi görünce arkamdan seslendi.
Hızlıca evden çıktığım için yetişemedi. arabaya binerken defalarca aramıştı fakat en sonunda pes edip 'Bir delilik yapmandan korkuyorum. Lütfen, telefonlarımı açar mısın?' diye mesaj yolladı.
Kırmızı ışıkta durduğumda Tuğba'ya 'Korkma, sadece patronla konuşacağım. beni beklemeyin uyuyun siz.' yazıp yolladım. Telefonumu yan koltuğa fırlatıp yola devam ettim.
Ofise geldiğimde iş arkadaşlarım cezaevinden çıkmamı kutlamak için sarılıyordu. Üçüncü katta biri tarafından izlendiğimi farkettiğimde arkadaşların elinden kurtulup odaya çıktım.
Odaya girdiğimde içerde yaklaşık benden on santimetre kısa bir kız vardı. Elindeki kahve fincanını sağ tarafındaki sehpaya koyarken bakışlarını bana çevirdi.
Patronum koltuğunda arkasına yaslanmış o da kahvesini yudumluyordu.
"Gel emre gel!" dediğinde kapıyı kapatıp içeri doğru yürüdüm.
"Kızımla tanış." diyip gülümseyerek eliyle koltukta oturan kızı gösterdi.
Daha önce birçok kişi bu kızdan bahsediyordu. Çoğu da ona aşıktı bizim psikopat tayfasından. patron her ne kadar bundan habersiz olsa da kız da pek masummuş gibi görünmüyordu.
Kız çoktan ayağa kalkmış, elini uzatmıştı. Bakışları sanki beni arzuluyor gibiydi. Aramıza mesafe koymak adına elini sıkıca tuttum. Eli acımış olmalıydı ki gülüşü hafif değişti.
"Emre." dediğimde tekrar eski gülşünü takındı.
"Elis." diyip elini çekti.
"Acıdı mı?" diye sordum alaycı bir gülümsemeyle.
"Eh, birazcık." dedi ve oturdu. O sırada elinde en sevdiğim kupa ve kahve ile içeri giren Basri'ye baktım.
Gülerek kupayı bana uzattı ve sen seversin dedi.
Teşekkür ettikten sonra kupayı alıp oturdum.
"Emre, neydi benimle konuşman gereken önemli konu?"
"Bana bir ajan lazım."
"Tamam, istediğin ajan olsun. Seç istediğini."
"Ama Mete'nin işediği sidiğe kadar haber verecek biri."
Kahve Elis'in boğazına durmuştu. Elimi sırtına koyup yavaşça vurdum
Kendine geldiğinde özür dileyip konuşmamıza devam etmemizi istedi.
Yaşadığım olayları, evinin geçirdiği kazayı anlatırken patronum şaşkınlıkla beni dinliyor, elis de ifadesiz bir şekilde beni izliyordu.
Kahvem ve sohbetimiz bittiğinde gitmek için müsaade isteyip ayağa kalktım.
Elis de arkamdan kalktı.
"Baba, geç oldu ben de gitsem iyi olacak."
"Bebeğim şoförümüz yok ve benim de daha işlerim var. Bekle ben seni götürürüm."
Elis'in yüzü asıldı.
"İsterse ben götürebilirim." dedim patrona bakarak.
Biraz mahçup biraz sevinmiş bir şekilde kabul etti.
Elis, babasını son kez öptükten sonra benimle birlikte odadan çıktı. Arabaya bindiğimizde bana bakıp gülümsedi.
"Bir şey mi diyeceksin?" diye sorduğumda evet anlamında başını salladı.
"Sen bir şeyler biliyorsun ama hadi hayırlısı, konuş bakalım."
"Senin aradığın ajan benim."
"Çok iddialısın."
"Evet öyleyim."
"O zaman söyle bakalım; aradığım ajanın sen olduğuna dair gerekçen nedir?"
Arabayı hızla kullanmaya devam ettim.
"Mete Evin'i benimle aldatıyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAKTIN BENI (TAMAMLANDI)
Romance25.06.2016 - 14.09.2017 Ben, seni basit bir kibrit parçası ile yakmış olabilirim ama sen; beni gözlerinle, teninle, herşeyinle yaktın. Ve ben seni bu denli yakamadığım için özür dilerim.