Bir aralar yoktum, birileri demiş, öldü. Şimdi yazsınlar kral geri döndü!
Küçük çantayı ön tarafa fırlatıp, Tuğba'nın yanına oturdum. Altı haftadır uyuyamamamın sonucu gözaltlarımda oluşan torbalardan gözlerimle açık kalma savaşı veriyorduk. Bir an önce bu savaş için ateşkes ilan etmem gerekiyor!
''Tuğba hemen eve gidelim.''
Tamam der gibi başını salladı ve arabayı çalıştırdı.
Başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapadım ve iki aydır merak ettiğim, zihnimi soru işaretleriyle dolduran soruları sıralamaya başlaım.
''Selçuk nerde?''
''Halamların yanında. Korkma, sağlığı sıhhati yerinde. Dün akşam konuştuk, seni çok özlemiş.''
Yüzümde ufak bir gülümseme oluştu.
''Doğa? O da orada mı?''
" Evet. Eniştem her ne kadar Selçuk'u ondan uzak tutmaya çalışsa da küçük yer, karşılaşıyorlarmış."
"Melis? Daha ne kadar kalacak orda?"Hafifçe gülüp "86 hafta daha." dedi.
O kadar yemiş olması üzdü, eh ne de olsa 8 haftada çıkmış bir insanım.
"Volkan? O neden gelmedi uzun bir zaman sonra ciğerlerim dolu dolu nefes alışımı kutlamaya?"
"Patronunuzla görüşmesi gerekiyormuş."
Kısa bir süre sessizlik olduktan sonra 50 saniye sürecek bir kırmızı ışığa takıldık.
Işığın saniyesine ayak uydurarak içimden sayarken Tuğba bana döndü.
"Onu sormayacak mısın?" dedi.
Onu...
"Bilmediğim şeyleri soruyorum, farkettin mi?"
"Evin'in nasıl olduğunu biliyorsun yani? İyi de geçen hafta gelmedim ki, kimse sana bir şey söylemedi.''
''Geç!''
''Efendim?''
''Yeşil yandı geç.''
Aniden gaza yüklendi.
''Araba kullanmayı benim öğrettiğimi bu kadar belli etme Tuğba.'' dedim gülerek.
''Soruma cevap ver!''
''Bana emir verme!''
''Soruma cevap verir misin?''
''Hayır.''
'Manyak' der gibi bakıp yola döndü.
Yaklaşık 5 dk sonra sonra eve geldiğimizde Tuğba mutfağa giderken odama doğru yürüdüm.
''Abi nereye?''
''Gözkapaklarımın verdiği savaşa ateşkes ilan edeceğim!''
''Bir şeyler yemeyecek misin?''
''Hayır!'' diye seslenip odama girdim.
Üzerimdeki o kasvet çökmüş kıyafetleri çıkarıp beyaz bluzumu, eşofmanımı giydim ve çift kişilik yatakla kucaklaştım.
Evet, Evin'den ve Tuğba'dan sonra en çok seni özledim canım yatağım!
Uyku ile birbirimize eski filmlerdeki gibi koşarken gözlerim iyice ağırlaşmıştı ki göğsüme yaslanan başı hissettim. Zar zor açtığım gözlerimle Tuğba'nın gülümseyen yüzüne baktım. Beni özlemişti.
"Mutlu musun?" diye sordum.
"Evet, sen?"
"Mutlu muyum bilinmez ama sorduğun soruya cevap veremeyecek kadar korkağım artık."
Tuğba'nın yüzündeki gülüş kırılmış bir ayna gibi paramparça olurken gözlerimi kapattım ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.
*Evin*
"Mete!" diye seslenerek aşağı indim.Yeni güne uyanırken sevgilimin, müstakbel eşimin, yanımda olmaması endişelenmeme sebep oluyordu.
Tekrar Mete'ye seslendim ama ses gelmedi. Mutfakta olabileceğini düşünerek mutfağa ilerledim. Mete'yi değil de o muhteşem hazırlanmış kahvaltı sofrasını görünce yüzüme yayılan gülüşe engel olamadım. Masanın kenarına yapıştırdığı ufak kağıdı elime aldım.
'Yanında olamadığım için özür dilerim sevgilim fakat sana ve gelecekte olacak çocuklarımıza daha rahat bir hayat yaşatmak için çalışmak zorundayım.'
Dün geceden mutfakta bıraktığım telefonumu elime alıp Mete'yi aradım, açmadı.
Kahvaltımı yaptıktan sonra bugün herhangi bir planım olmadığı için 2 aydır adam akıllı temizlenmeyen evimi temizlemeye karar verdim.
Telefonumdan müziğimi açıp odama çıktım ve yatak örtüsünü almak için yatağa yaklaştım. Mete'nin dün gece komodinin üzerine koyduğu stres topu önce ayağıma daha sonra da yatağın altına doğru yuvarlandı. Fazla ileri gitmeyeceğini düşünerek eğildim ve elimi yatağın altına soktum. Stres topu yerine bir sırt çantası geldi elime.
Bunu daha önce hiç görmemiştim. Çantayı çekip yere oturdum ve tozlanmış çantayı çırpıp açtım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAKTIN BENI (TAMAMLANDI)
Romance25.06.2016 - 14.09.2017 Ben, seni basit bir kibrit parçası ile yakmış olabilirim ama sen; beni gözlerinle, teninle, herşeyinle yaktın. Ve ben seni bu denli yakamadığım için özür dilerim.