21. Bölüm

6.4K 242 43
                                    

Çok özür dilerim gecikme için Hestiarlet'lerimm ^-^

Çok açık uçlu bir son oldu bölümün sonu ama daha fazla bekletmek istemedim :/

İnternetten yardım almak gibi berbat bir fikirden vazgeçtiğimizde en azından ben vazgeçtiğimde duvara monteli plazmayı açtım ve kanalları karıştırdım. Her yerde bu olağan dışı fırtına haberi vardı. İsabetliydi de çünkü gerçekten olağan dışı bir fırtınaydı camları zangırdatacak cinsten. Hatta öyleydi ki kardeşimi evde bırakıp buraya geldiğim için kendimi sorumsuz hatta kötü hissetmiştim. Bilirsiniz, abla güdüsü. Ayrıca ben kardeşimi severim, sık kavga edilmeyen yola gelen cinsten ufak bir yaratık; gayet sevilesi yani.

Bölge için yayın yapan değil de eyalet yayını yapan bir kanal buldum ve dinlemeye başladım. Annemleri ve Annie’yi merak ediyordum kendisi hala aramadığına göre baz istasyonlarında sıkıntı olmuş demekti çünkü endişelenilmesi gereken durumlarda her yeriyle endişelenen bir annem vardı. Tam anlamıyla panik.

Evet, endişelenmekte haklıydım Coronado buradan daha kötü durumdaydı. Fırtına batı tarafından geliyordu ve Coronado batıdan gelen bir tsunamiyle tuzla buz olabilirdi. Ah tanrım neler diyorum!

Telefonun başına geçtim ve numarayı çevirdim.

‘’Kimi arıyorsun?’’

‘’Annem, hala aramadı ve endişeliyim, büyükkannemlere uğramak istediklerinden ve dönemediklerin bahsetmişti belkide daha varamadan ya da yola çıkıp bir yere ulaşamadan yolda kaldılar, bana nerede olduklarını söylemedi çünkü.’’ Çalmasını bekledim ama telefon kapalıydı. Sıkıntıyla iç çektim ve telefonu kapattım.

‘’Ne oldu?’’

‘’Kapalı.’’ Bir de babamı aramak için denedim ama onda da durum farklı değildi. Kollarımı bağlayıp tezgaha dayandım ve umutsuzca televizyona odaklandım. 

‘’Hey, endişeleneme sadece telefonlarla ilgilidir. Ama için rahat edecekse bende annemi arayayım tamam mı?’’ telefonun başına geçti ve numarayı çevirdi. Bir süre bekledi ‘’Gördün mü onunki de kapalı. Telefonlarla ilgili.’’ Yarı yarıya rahatlamış hissetmeye başladığımı söyleyebilirdim ama yarı yarıya.

Koluyla omzumu dürttü. ‘’Hadi film izleyelim Daphy-daph oyalanmış oluruz, fırtına dindiğinde –dinerse- de eve gideriz.’’ İşin aslı eve şimdi gitmek istiyordum.

‘’Şimdi gitsek?’’ dedim en sevimli ifademi takınarak.

‘’Daphnie bilmem fark ettin mi güzelim ama kırk dakika kadar önce dev bir ağaç sahil sokağından buraya devrildi. Açıkçası hiç ölesim yok bu günlerde.’’

‘’Hadi Harold ödleklik etme, Murphy kanunları tamam mı? Ters gidecek olan her şey gider.’’

‘’Yani savaş gazisi gibi de olsa eve gidilebilir diyorsun.’’ Kollarımı boynuna dolayıp bir maymun gibi boynuna asıldım ‘’Lütfennn!! Korkunç bir ablayım ben, kardeşimi evde bir cadıyla bıraktım lütfen gidelim!’’ tabi korkum birazda annemlere hesap verecek olmamdı ama çok da beyana gerek yok.

‘’Hayır maymuncuk buradayız.’’ Dedi ve beni boynunda asılı bir şekilde döndürmeye başladı. Yüksek sesle kıkırdadım. Bunu yapmaya küçüklüğümden beri bayılıyordum

FLASHBACK

Marul ile parka koştuk. Benim istikametim gayet belliydi. Her gün parka geliyorduk ve her gün dönme dolaba biniyorduk –lunaparktakiler gibi değil çocuk parklarında olan-. Hemen dönme dolabın üzerine zıpladım.  Marul demirden tuttu ve koşarak dolabı döndürmeye başladı…

‘’Tamam. Madem buradayız. Film izleyelim tamam mı? Oyalanırız.’’ Harry sağ duvardaki sinevizyonu indirdi ve bilgisayara döndü.

Evet başta Annie tüm ses –sinema- sistemi, projeksiyon ve sinevizyon için bayağı para ödemişti ama yaptığı film geceleri parasını çoktan üçe katlamıştı. Etraftaki en yakın sinema bile bulunduğumuz yere uzaktı ve bu mini sinema insanlara oldukça cazip geliyordu.

Tanrının kutsanmış besinlerinden olan mısıra karşı ikinci el bünyemin ve metabolizmamın bir gıcığı olmadığını anladığımız gün sekiz yaşında kaynamış mısır yeme deneyimimdi. Sonra patlamış mısıra level atlamıştım. Böylece sinemayı da kutsal mekanlarıma eklemiştim. Bilirsiniz mısırsız film, filme benzemez.

Ben minyatür mısır patlatma arabası şeklindeki mısır patlatma makinesiyle münasebetimi bitirdiğimde Harold birkaç film seçeneğini sinevizyona yansıtmıştı.

‘’Yine mi korku Harry?’’

‘’Ne var! Baksana kesinlikle korku filmi izlenmesi gereken bir ortam. Yani gerçekçilik açısından da öyle. Lütfen Daphnie, sonunda sulu zırtlak ağladığın –sanki kendisi ağlamıyor!- bir film daha izlemek istemiyorum..’’ ellerini dua eder gibi birleştirip öyle bir bakıyordu ki kendini biraz daha sıksa kanatlarının çıkması an meselesiydi.

‘’Tamam tamam, sil şu yüzündeki yağmurda kalmış köpek yavrusu ifadesini.’’ Hemen ardından parmağımı ona doğrulttum ‘’Eğer herhangi bir korkutma girişiminde bulunacak olursan intikamım acı olur.’’ Çok fazla korku filmi izlemiyorduk ama her izlediğimizde filmin en korkunç, en karanlık ve sessiz sahnesinde bir yerden ’böö!’ diye çıkmayı ritüel haline getirmişti.

‘’Söz veriyorum!’’ filmi açıp zıplaya zıplaya yanıma gelmeden tüm ışıkları kapattı.

Bazı korku filmlerinin jenerik müziğinin, korku filmlerinin kendisinden daha korkunç olduğu gerçeğide vardı tabi! Zira filmin ortasında, mısır kasesinin sonunda ve uykunun kollarında modundaydık ve ben gayet sakindim. Kötü bir film seçimiydi. O kadar kötü ki iyiden iyiye gözlerim kapanıyordu. Ani seslerde bile korkmaya üşeniyor gibiydim hatta.

Yapmayın birbirimizin omzunda uykuya dalmak gibi bir eylemde bulunup romantizmden prim yapacak değildik  heralde!...

Harry’nin omzundan başımı kaldırdım, boynumu oynatmaya çalıştığımda kapı gıcırtısından iyi olmasın, kapı gıcırtısından iyi bir ses çıkarmıştım. Her tarafım ağrıyordu, çünkü evet, evet birbirimizin omzunda uyuya kalmıştık.

Kafenin çekili perdelerinin kenarlarından içeri ışık sızıyordu. Omzumu oynatıp Harry’yi dürttüm. ‘’Marul.’’

‘’Hmm?’’

‘’Hey Marul, uyan, sabah olmuş.’’ Gözlerini ovuştururken inledi ve uzunca gerindi. 

‘’Ah! Her tarafım tutulmuş ve uyuşmuş!’’ görüldüğü gibi aynı dertlerden muzdariptik. Nasıl olmayacaktık ki! O ne şekilsiz uyumaktı öyle!

Kalkıp perdelerden birini açtım ve Oz Büyücüsündeki cadı gibi eriyeceğimi hissettim. Gözlerim ışıktan rahatsız olsa da bir süre sonra alıştığında dışarıya baktım. Her şey normal görünüyordu.

Dünkü fırtınadan, yerdeki devasa ağaç dışında eser yoktu. Tabiat ana dalgasını geçmişti ve anlaşılan şimdi de pofuduk terlikleriyle Jersey Shore falan izlemeye çekilmişti.

‘’Her şey normale dönmüş. Burayı toplayıp eve dönelim. Dylan ve Jolene bütün gece ne yaptılar acaba? Annemler gelmeden evde olmalıyız. Belki de gelmişlerdir bile!’’

‘’Sanmıyorum.’’ Dedi belini esnetirken. ‘’Buraya gelirlerdi ya da en azından ararlardı. Şu an yoldalardır muhtemelen, ya da Jolene hepsini yemiştir!’’ olası olması bir yana hiç de komik değildi.

Sonuçta ne kadar kötü grafiklerin kurbanı olmuş bir film olsa da dün diri insanları yemeye çalışan ölü insanları izlemiştik ve Jolene’i ağzında kardeşimin, annemin ya da babamın kollarından ya da ne bileyim kulaklarından biriyle hayal etmek hoşuma gitmemişti.

‘’Hadi ortalığı toplayalım ve hemen eve dönelim.’’…

ONCE UPON A TIME (Harry Styles Fanfiction. Türkçe)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin