Babamı kaybettiğimde daha on altı yaşındaydım. Sert bir giriş oldu öyle değil mi? Ancak hayatımda mutlulukla anlatabileceğim o kadar az anı var ki. Yarısı hatırlamayacağım kadar küçüklüğüme ait, diğer yarısı ise babamla birlikte kalbime gömülen tabutun içinde kaldı.
Babam Ali Zaloğlu 45 yaşında vatan evlatları rahat uyusun diye kendi evladını gözünü bile kırpmadan feda ettiği saldırıda şehit düşmüştü. Al bayrağa sarılı tabutu evimizin önüne kadar getirildiğinde annem bana sıkıca sarılıp 'ağlama' demişti. 'Ağlama! Sevindirme onları.'
Onlar sevinmesin diye ağlamamıştım ben de. Babam gitmişti ailem 'vatan sağ olsun' demiş gururla dik durmuşlardı. Vatan sağ olmuştu olmasına da ben babamı kaybetmiştim. 16 yaşındaydım. Lise mezuniyetime gelip gelemeyeceğini merak ederken, onun bir daha asla gelmeyeceğini söylemişlerdi.
Dedem "şehitler ölmez" demişti ama ben babamı bir daha hiç görmedim. Tabutunu açıp baktığımda fark etmiştim saçlarının beyazladığını. Sakalları uzamış, zayıflamıştı. Ben babamı ölüme uğurlarken görmüştüm son defa. Nasıl veda edilir bilmiyordum.
Kendine iyi bak baba desem ne faydası olacaktı ki? Vatan şu saatten sonra sağ olsa, dünyaya barış yayılsa ne yararı dokunacaktı bana?
Binlerce insan eşlik etmişti babama. Binbaşı Ali Zaloğlu yazıyordu tabutun üstünde. Bu insanlar Ali Zaloğlu'nun cenazesine gelmemişti. Şehit Binbaşının cenazesine gelmişlerdi. Nitekim onları o günden sonra görmedim. Tıpkı babamı görmediğim gibi. Annem bir yıl boyunca sofraya bir tabak fazla koymaya, gece geç saatlere kadar gelmeyecek babamı beklemeye devam etti. Sonraysa bende dahil herkes hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya başladık. Annem günlerine gitmeye devam etti ağabeyim de görev yeri olan Hakkari'ye geri döndü. Sanki babam öldüğünde vatan sağ olmamış gibi babalar ölmeye devam etti, hepsinin ardından vatan sağ olsun denildi ama vatan hiçbir zaman sağ olmadı. Yine de her seferinde vatan sağ olsun denildi. VATAN SAĞ OLSUN. Ben bu cümlenin anlamını geç anladım. Babasız yaşayabileceğimi ama vatansız yaşayamayacağımı çok geç anladım.